Haksız Yere Yapılan Cerhlerin Nevileri

Haksız Yere Yapılan Cerhlerin Nevileri


206 - : Cerhler, amde mukarin olub olmamak itibariyle şöylece dört nevidir:

(1) : Amden cerhdir ki, bir insanı gerek bir âleti carihe ile ve ge­rek başka bir şey ile haksız yere kasden yaralamakdır.

Cerhlerde «şihhi amd» yokdur. Katle nazaran şibhi amd olan» cer­he nazaran amddir.

(2) : Hataen cerhdir ki, bir insanı kasde mukarin olmaksızın ka zara yaralamakdır- Av zanniyle atılan bir kurşunla bir insanın yara­lanması gibi.

(3) : Hata hükmünde cerhdir ki, ihtiyara mukarin olmayan bir fil ilo vukua gelen yaralanmakdır. Buna «hata mecrasına carî cerh» de de­nir. Bir hammahn arkasındaki yükün kazaen düşerek bir insanı yara-/' laması gibi.

(4) : Teaebbüben cerhdir ki, bir kimsenin yapmış olduğu bir şey ile vücude gelmesine istemeksizin sebebiyet vermiş olduğu yaralanmakdir. Bir şahsın âmmeye aid bir yolda müsaadesiz olarak kazımış olduğu ku­yuya, veya yığmış olduğu keresteler üzerine bir insanın düşüb yara­lanması gibi. Kat'ı azanın aksamı da cerhin envai gibidir.

207 - : Başdan ve yüzden başka uzuvlardan birinde tahaddüs edib eürh, cirahe namını alan yaralar iki kısımdır:

(1) : Câifedir ki, cevfe kadar nüfuz eden yaradır. Göğüsde, arkada karında açılan yaralar gibi.

(2) : Gayri câifedir ki, cevfe nüfuz etmeyen yaradır. Elde, ayak-da, boyunda vücude gelen yaralar gibi.

208 - : Başda veya yüzde vücude gelib şec ve şecce adını alan aralar da mukaddimede de beyan olunduğu üzere - şöylece on bir kısımdır,

(1) : Hansa, bir yaradır ki kan çıkmaksızın yalnız deri yırtılmış olur.

(2) : Damıa, bir yaradır ki, kendisinden seyelân etmeksizin göz yaşı kadar kan çıkmış olur.

(5) : Mütelâhime, bir yaradır ki, deri ile beraber epeyce de et ke­silmiş olur.

(6) : Simhak, bir yaradır ki, et kesilmiş, et ile baş kemiği arasın­daki ince zar gibi deri görünmeğe başlamış olur.

(7) : Muziha, bir yaradır ki, et ile baş kemiği arasındaki zar gibi olan deri yırtılıb kemik meydana çıkmış oîur.

(8) : Hâşime, bir yaradır ki, bunda-kemik kırılmış olur.

(9) : Münakkile, bir yaradır ki, kemik kmhb yerinden oynamış ve­ya ufanmış olur.

(10) : Amme, bir yaradır ki, et kesilib dimağ ile kemik arasında­ki, deri meydana çıkmış olur.

(11) : Damığa, bir yaradır ki, ümmüddimağ denilen deri yırtıl­mış, dimağ yaralanmış olur. Bedayi, Bahri Raik. Damiye, kendisinden göz yaşı kadar kan çıkıp seyelân edan Bâzia, bir yaradır ki, deri ile beraber biraz da et kesilmiş

Cinayetlerden dolayı tatbik edilecek cezaların mahiyetleri ve bun­ların tatbik edilmelerindeki hikmet ve maslahat:

209 - : Cinayetlerden dolayı derecelerine göre ceza vermek bir esasdır. Mücrimlere böyle cürümlerile mütenasib bir suretde ceza ve­rilmesi ; hem ferdlerin, hem de cemiyetlerin menfaatleri icabâtmdan-djr.

Filhakika efradın hukukuna münafi, muhitin asayişini muhil, âm­menin huzur ve emniyetini sâlib olan cürümlerden, cinayetlerden do­layı adalet ve müsavat esaslarına uygun, icabına göre mütefavit de­recelere münkasim ve alel'ekser halkın ahlâkını ıslaha hadim, ibret bahs bir suretde tatbik edilecek cezalar sayesinde hem efrada karşı haksız yere vuku bulmuş olan tecavüzler mümkün mertebe tazmin edil­miş, hem de fena hareketlerin çoğalmasına sed çekilerek içtimaî he­yetin muhtaç olduğu asayiş ve emniyet temin altma alınmış olur.

îşte islâm hukukunda bu gayeye hizmet için cinayetlerden dolayı habs, kısas, diyet, gurre, mirasdan mahrumiyet, keffareti kati gibi ce­zalar mevcuddur, bilhassa bu babda uhrevî mesuliyetin dehşet ve aza­meti de ayrıca nazarı intibaha vaz edilmişdir. Biz bunları sırasiyle aşa­ğıda bir mikdar izah edeceğiz:

210 - : Habs, esasen ahkâmı kazadandır, idarî ve siyasî bir ce­zadır. Bazı cürümlerden cinayetlerden dolayı alâkadar olanların, salâ-hiyetdar makamların karariyle habs edilmeleri meşrudur. Bazı mütte-hemlerin göz habsine alınmaları, mahkemede muvakkaten tevkif edil­meleri de ihtiyatî tedbirler cümlesindendir.

Habsin meşruiyeti, kitabullah ile, sünneti nebeviyye ile sabittir. nazmı kur'anîsindeki nefiden murad, habsdir. Çünkü bir şahsı yer yüzünden nefy etmek, büsbütün çıkarıb harice atmak mu­tasavver olmadığından bu nefiden murad, onun yer yüzünde dolaşıp durmasına, savuşub kaçmasına meydan vermemekdir.

Resuli Ekrem, sallâllahü aleyhj vesellem Efendimiz, bir tohmet-den dolayı bir kişiyi habs etmişdi, Hassafın rivayetine nazaran Hicaz ahalisinden bir taife arasında münazea zuhur ederek bir kişi katledil-mişdi. Nebiyyi Zîşan hazretleri gönderdiği bir memur ile bunları habs etdirmişdi.

Peygamber Efendimizle Ebubekir hazretlerinin zamanlarında hu­susî mahbushaneler yok idi, mescidi şerifde veya dehlizinde habs edi­lirdi. Hazreti Ömer, Mekkei Mükerreme'de dört bin dirheme bir hane satın alarak bunu hapishane ittihaz etmişdir.

Bİr rivayete göre de Hazreti Osman'ın zamanına kadar habishane yok idi, ancak imam Ali Hazretleri hilâfeti esnasında kamışlardan nafi» adında bir mahbushane yapdırmışdi. Fakat bu, pek metîn olmadı­ğından hırsızlar tarafından delinerek içine girilmiş ve bazı mahbuslar bundan firar etmişlerdi. Bunun üzerine Hazreti Ali, «Mahyes» adında taşdan, çamırdan müstahkem bir habishane bina etdirmişdir. îmam Ali Hazretlerinin bunu tesis etmesi, bir çok sahabei kiramın huzurlarında vuku bulmuş, buna muhalefet edenler bulunmamışdır. Bu cihetle hab* sin cevazı, meşruiyyeti, muktezai maslahat olduğu hakkında icma da husule gelmişdir.

Mahyea, tahyîs mahali demekdir. Tahyîs ise tezlîl manasınadır. Cevhere, Fethülkadîr.

211 - : Kısas da cinayetlere mahsus bir cezadır. Katili maktul mukabilinde Öldürmek bir kısasdir. Mecruh veya maktu olan bir uzuv mukabilinde carin ile katım ona mümasil olan uzvunu cerh veya kat1 etmek de bir kısasdir.

Kısas, esasen müsavat mânâsını müş'irdir, cürüm ile ceza arasın­daki matlûb mümaseletin bir neticesidir.

Kısaslar, nefse ve azaya aid olmak üzere iki kısımdır: Birine «kı­sas finnefs** diğerine de «kısas fü'etraf» denir. Kısas hakkına mâlik olan kimseye «veliyyi kısas», «veüyyi cinayet», «veliyyi kati» denir. Kısas ettirmek hakkına malikiyyete de «velayeti kısas» denilir.

Kaved tabiri de mutlaka kısas yerinde müstameldir. Maamafih çok kere «kısas finnefs» yerinde kullanılır. Mukaddimeye müracaat!

Kısasın meşruiyyetine gelince bu, kitabullah ile, sünneti nebeviy-ye ile, icmai ümmetle sabitdir. Bunun hikmeti teşriiyyesi ise bedihîdir.

Filhakika kısas, medarı',h a yat olan pek faideli bir cezadır. Malûm olduğu üzere bir takım kimseler, cinayetlere atılmak istidadında bu­lundukları halde mücerred kısas korkusiyle bu İatidadlarına muhalefe­te çalışırlar, kısası müstelzîm olacak hailelerden geçinerek canlarını kurtarmış olurlar. Cinayetlere kurban olacak bir kısım kimselerin ha­yatları da bu sayede tecavüzlerden kurtulur, ve böyle bir ceza âmme hakkında da cinayetlere temayülden men'e vesile olur. Bunun netice­sinde de bir içtimaî heyetin umumî hayatı, emniyet ve selâmeti siya-net edilmiş olur. İşte âyeti kerimesi de bu hakikati nâtıkdır.

Bu âyeti kerime ile buyurulmuş oluyor ki, ey evhamdan azade, mükemmel akıllara sahip olanlar! Sizin için.kısasda büyük bir hayat vardır, kısas sizin hayatınızı korumaya mühim bir vesiledir, Hak Te-aiâ bunu bir ceza olmak üzere tayin ve teşri buyurmuşdur. Tâ ki, ci­nayetlerden sakınasınız, kısası icab eden memnu fiillere cür'et göster-meyesiniz. .

Maahaza kısas, şahsîdir, insaniyet bakımından bir müsavat esa­sına müsteniddir, her maktul veya mecruh mukabilinde şeraiti mevcut olunca yalnız katili kati edilir, carihi cerh edilir, başkalarının hayatla­rına, uzuvlarına dokunulmaz. Halbuki cehalet devrelerinde kati, cerh, cezası şahsî değildi, meselâ: yüksek sayılan bir insan mukabilinde mü-teaddid kimseler öldürülürdü, bu yüzden aşiretler, cemiyetler arasında bir intikam duygnsiyle senelerce mukateleler devam ederdi. Kısas ise bu zalimane hareketlere nihayet vermiş, cezadaki şahsiyet esasım te­yit etmiş, bu cihetle de âmmenin hayatını siyanete medar olmuşdur.

Bir de kısas, gerek mecruhun şahsına ve gerek maktulün vârisle­rine karşı kâfi derecede teşeffii sadrı temin, elemleri teskin edecek bir zeman mahiyetinde bulunarak intikam hissinin fazla suretde galeyanı­na sed çeker.

Şunu da ilâve edelim ki, islâm hukukuna nazaran- caniler hakkın­da kısas icra edilmesi, her halde müîtezem değildir. Bir kısım cinayet­ler, hiç de istenilmediği halde bir tehevvür neticesi olarak vücude ge­lebilir, bir nice caniler, bir hiddet saikasiyle yapmış oldukları cinayet­lerden dolayı bilâhare derin bir elem duyabilirler. Artık bu gibi cani­lerin evliyai cinayet tarafından af edilmeleri, tekvadan, mürüvvet ve keremden maduddur. Nitekim Kur'anıkerîm'de

buyurulmuşdur.

Yani : bir fenalığın cezası, onun gibi bir fenalıkdır, cezanın cü­rümden fazla olması caiz değildir. Hattâ her kim cezayı afüv eder, arayı ıslah ederse onun mükâfatını Allah Tealâ verir, Hak Tealâ Haz­retleri zalimleri .sevmez, haddi -tecavüz etmeye razı olmaz.

Bir hadisi şerifde de buyurulmuştur. Yani: dün­ya ve ahiret ahlâkının en âlicenabâne olanı için sana rehberlik edeyim mi?. Bu ahlâk, senden kesileni, seni arayıb sormayanı senin arayıb sor-mandir, senden esirgeyene senin lûtf ve ihsanda bulunmandır. Ve sa­na zulm edeni senin af etmendir. Taberânî.

212 - : Diyet denilen ceza da, bir nevi tazminat mahiyetinde bu­lunan bir cezai nakdî demekdir. Cinayet sebebiyle mecniyyün aleyhe veya varislerine verilir. Ve «katil suretiyle yapılan cinayetlerde mak­tullerin nefislerine bedel ve uzuvlarda yapılan cinayetler de cerh veya kat edilen uzuvlara bedel cani veya cani ile âküesi üzerine lâzım gelen maldır» diye tarif olunur.

Diyet vermesi lâzım gelen şahsa «men aleyhiddiye» denildiği gibi diyete müstahik olan kimseye de «men lehüddiye» denilir.

Diyetler, diyeti kâmile, diyeti mugallâza namiyle de iki kısma ay­rılır. Şöyle ki: kati edilen şahsın nefsine bedel caniden veya cani ile âkilesinden alınan tam diyete «diyeti kâmile» denir ki, mikdarı ileride görülecekdir.

Şibhi arad suretiyle vuku bulan bir katilden dolayı verilmesi lâzım gelen diyete de «diyeti mugallâza» denir ki, diyetlerin deve cinsinden verileceği takdirde" nazara alınır. Nitekim atiyen beyan olunacakdir.

Cerh ve kat' edilen azada ndolayı verilmesi' lâzım gelen diyetlere «erş» adı da verilir ve iki kısma ayrılır. Şöyle ki: uzuvlara mahsus, mikdarı şer'an muayyen olan bir diyete «ûrşi mukadder» denildiği gi­bi uzuvlara aid, mikdarı şer'an gayri muayyen olub ehli vukufun tak­dir ve tayinine muhavvel bulunan bir diyata da «ersi gayri mukadder» veya hükümeti adi denilir.

Hükümeti adlin mahiyyetini tefsir hususunda bervechi âti üç kavi

vardır:

(1) : Cerh edilen şahsın yarası iyi olub da ayıbı mucib bir eser bırakdığı takdirce bu şahsın bür'i tam bulduğu zamana kadar muhtaç olduğu nafaka, tabib ve ilâç parası bittakdir kendisine verilir. îşte bu, bir hükümeti adildir.

(2) : Hükümeti adi, muziha denilen yaraya nazaran mikdarı ta­yin edilen bir erşdir. Şöyle ki: vukua gelen yara ile muziha arasındaki mikdar tayin edilerek muzihanın ersinden bu mikdar nisbetinde diyet verilir.

Meselâ : o yara muzihanın sülüsüne veya rub'una müsavi olsa muzihaya mahsus diyetin sülüsü veya rub'u mikdarınca diyet verilmek icab eder.

Yarayı bâzıa denilen bir ceriha farz edelim. Bu bâzıa, muzihanın dörtte biri nisbetinde bulunsa bunun ersi, muzihaya aid ersin dörtde biri olmuş olur. Muzihanın ersi ise - ileride bildirileceği üzere - diye­ti kâmilenin nısfı öşrü, yani yirmide biridir.

(3) : Yarası iyileşdikden sonra kendisinde aybı mucib bir eser ka­lan mecruh, memlûk farz edilerek bir kerre o eserden salim, bir kerre de o eser ile ayıblı bulunduğuna göre kendisine ehli hibre marifetiyle bir kıymet takdir olunur, bu iki kıymet arasındaki tefavüt, salimen kıy­metin kaç d a birine müsavi ise o nisbetde diyet mikdan, hükümeti adi olmuş olur.

Meselâ: mecruh salimen bin lira, ayıblı olarak dokuz yüz lira tak­dir olunsa aradaki yüz Ura, salimen kıymetin onda birisine müsavi ol­duğundan diyetin onda biri olan yüz dinar, hükümeti adi olur.

Kezalik : mecruh, salimen yüz bin, o cerihadan dolayı seksen bin kuruş kıymetinde takdir olunsa iki kıymet arasındaki yirmi bin kuruş,

sâîimen kıymet olan yüz bin kuruşun beşde biri olduğundan bu halde diyetin beşde biri olan iki bin dirhem, hükümeti adi olmuş olur.

Hükümeti adi hususunda müftabih olan da bu üçüncü kavüldür.

Bir de «hükûmetül'dem» vardır ki, bu da şecce veya cirahesi iyi-leşib eseri kalmamış olan meşcuc veya mecruh için çekmiş olduğu elem­den dolayı ehli vukufun takdir edeceği bir erş, bir zeman demelidir.

Böyle bir hâdiseden dolayı bu suretle bir diyet verilmesi, imam

Ebu Yûsüf'e göredir, İmam Muhammed'e göre bu hâdisede yalnız tabib ücreti -lâzım gelir. İmamı Âzam'a göre ise elemler gibi ruhî halet, mütekavvim olmadığından bunlardan dolayı diyet, zeman ;âzım gelmez. Mebsut,, Bedayi, Reddül'muhtar.

Diyetlerin meşruiyeti de, kitabullah ile, sünneti seniyye .ıe ve üm­metin icmaîle sabitdir. Hata tarikiyle öldürülen müminle.e, zimmîlere, muahidlere diyet verilmesini âyeti kerimesi âmirdir.

Yani: bir mümine lâyık olamaz ki bir mümini Öldürsün, meğer ki, yanlışlıkla ola. Kim ki bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mümin kul azad etsin, ve ölenin varislerine de diyet versin. Meğer ki onlar bu di­yeti, bu kan bahasını katile bağışlasınlar, tesaddukda bulunsunlar. Eğer öldürülen şaüıs, mümin olduğu halde size düşman olan bir cemaat ara­sında, yani dari harbde kalmış bir kimse ise ytne bir mümin kul azad edilmesi lâzımdır. Ve öldürülen şahıs, aranızda - zimmet veya istiî-man, muahede suretiyle - ahd ve misak bulunan bir kavmden ise vâ­rislerine diyet verilmesi, ve bir mümin esir azad edilmesi icab eder. Bunlara gücü yetmeyen de töbesinin kabulü için biribiri ardınca iki ay oruç tutsun. Allah Tealâ alimdir, hakimdir. Bütün bu emirleri birer hikmete müsteniddir.

Diyet İtasının hikmeti teşriiyyesine gelince bu da bedihî demekdir. Şübhe yo kki bazı cinayetlerden dolayı, diyet ve saire namile bir malî cefanın mevcudiyeti bir takım hayırlı gayelere müteveccihdir. Ezcüm­le böyle bir ceza, bir çok kimseleri ihtiyatlı suretde harekete sevk eder, bir takım cinayetlere atılmak cüretinden men edebilecek bîr kuvvei mü­eyyide mesabesinde bulunur. Sonra cinayetler yüzünden bir nice kim­seler zararlara, kederlere maruz kalıyor, bir nice aileler mahv olub gi­diyor. Böyle bir mali ceza sayesinde ise bunların mümkün mertebe ta­mir ve teskini cihetine gidilmiş, zararlar bir dereceye kadar tazmin edil­miş oluyor.

Maamafih diyetler, ekseri hata suretiyle meydana gelen cinayetler­den dolayı lâzım gelmekdedir. Hata eden kimse ise bir dereceye kadar mazurdur. O halde bu hatayı afüv ve safh ile karşılamak bir müriiv-

vet ve insaniyet icabı sayılır. Bu cihete işaret.içindir ki, bu diyetin ca­niye bağışlanmasına lisanı kur'an ile tesadduk denilmişdir. Binaenaleyh diyete müstahik olanların bundan sarfı nazar etmeleri, islâm hukukun­ca, ahlâkınca takdire şayan bir muameledir.

213 - : Gurre de bir malı cezadır, iskat edilen bir ceninden do­layı verilmesi icab eden bir malî tazminatdır. Bunun mikdan Hanefi-yeye göre beş yüz dirhem gümüşdür veya bu kıymetde bir köledir ve­ya bir cariyedir veya bir atdir.

Gurre esasen her şeyin mukaddemidir. Bir şeyin mukaddemi ise kendisinin en olan cüz'üdür. Gurre de diyetlerin en az mikdarı oldu­ğundan bu adı almışdır. Mukaddimeye de müracaat!..

Gurrenin meşruiyyeti fi'li nebevi ile sabit, tatbiki istihsanen va-cibdir. Ashabı kiramdan «mugîretübnü Şu'be» radıyallahü tealâ anh-den mervîdir ki: Bir cariye diğer bir cariyenin vurduğu bir çadır dire­ğinin tesiriyle ölü bir cenin düşürmüş, kendisi de ölmüşdü. Bunun üze­rine Resuli Ekrem sallâîlahü aleyhi vesellem efendimiz, o vuran cariye­nin âkilesi üzerine hem diyetle, hem de cenin için gurre ile hüküm bu­yurdu.

Gurrenin hikmeti tegriiyyesine gelince bu da diyet mesabesinde bu­lunduğundan diyetin meşruiyetinde ki hikem ve mesalihi mutazammen-dir. Iskat edilen bir eenîn, eğer validesinin rahminde diri bulunmuş ise," bu iskat ile o hayatdan mahrum bırakıimışdır. Ve eğer henüz diri bu­lunmamış ise onun hayat bulmasına mumaneat edilmişdir. Binaenaleyh her iki ihtimale göre de mazmun olması muktezayı adaletdir.

Maahaza bu gurre dolayısiyle hem cani bir nevi ceza görmüş olur, hem de bu ıskat sebebiyle mutazarrır olan kimselere bir mikdar taz­minat verilmiş olur. Maahaza bu cinayeti irtikâb edenler hakkında ay­rıca ta'zir cezası da lâzım geür. Nitekim ileride tafsilâtı görülecekdir. Bedayî, Ankaravî, Mecmaül'enhür.

214 - : Mirasdan, vasiyetden mahrumiyet de cani hakkında bir nevi cezadır. Şöyle ki: katil, maktule varis olamaz, ve bir katil, mak­tulün kendisine evvelce yapmış olduğu vasiyetden istifade edemez.

Bir kimseyi haksız yere Öldüren şahsın o kimseye varis olamaya­cağı sünneti nebeviye, ile sabitdir. Resuli Ekrem Efendimiz, katilin mi-rasdan mahrumiyetine hükm etmişdir. Hazreti Ömer demişdir.

Hanefîlere göre katlin amden veya şibhi amd suretiyle olmasiyle hataen olması, mirasdan mahrumiyet hususunda müsavidir. Tesebbti-ben k,atl ise bundan müstesnadır. Nitekim ileride izah edilecekdir.

îmam Şafıîye göre tesebbübden katil de mirasdan mahrumiyete sebebdir. imam Mâlike göre ise mirasdan hırmani icab eden yalnız âmden katildir. Diğerleri bu mahrumiyeti icab etmez.

îmam Şafiîye göre tesebbüben katil de haksız yere katildir. Eğer mütesebbib katil olmasaydı âkilesine diyet lâzım gelmezdi.

Buna karşı Hanefîler diyorlar ki: bir katle sebebiyet vermek, ya­ni: tesebbüben katilde bulunmak, meselâ: bir insanın içine dügüb öldü­ğü bir kuyuyu kazımış bulunmak fi'li, katle mübaşeret tarikiyle olma­dığından ve mirasa biran evvel nailiyet maksadına müstenid olmak ih­timalinden uzak bulunduğundan iraden mahrumiyeti icab etmez. Mübaşir, bu kuyuya müverrisinin gelib düşeceğini nasıl bilmiş olabilir? Tesebbüben katil, hakikaten katil değildir. Meselâ: kuyuyu kazıdığı za­man bir katil hâdisesi vücude gelmiş değildir ki, kendisi katil sayılsın. Ve olabilir ki, kuyuyu kazıyan ölür de, badehu o kuyuya birisi düşerek vefat eder. Artık kuyuyu kazımış olan, o kuyuya düşen şahsın nasıl katili olmuş olur?. Bu hâdiseden dolayı diyetin lüzumu ise maktulün kanını heder olmakdan siyanet içindir. Bu, o mütesebbibin katil oldu­ğuna delâlet etmez. Binaenaleyh bu tesebbüb, irsden mahrumiyeti müstelzim değildir.

Mâlikîlere gelince bunlar da diyorlar ki: hata tarikiyle müverrisi-ni öldüren kimse, bu öldürmeyi kasd etmiş değildir. Mirası istical ise bu kasd üzerine ibtina eder. Sonra hati, mazurdur, ukubete müstahik olmaz. Hata, şer'i şerifde bir rahmet olarak mevzudur = mâfüvdür. Ar­tık bununla mirasdan hirman sabit olmaz. Şu kadar var ki, hati, âki­lesi tarafından verilecek diyetden hissei irsiyye alamaz. Zira âkilesi onun bu hatası yüzünden sair varislere verilmek üzere diyeti taham­mül ederler, yoksa onun kendisine verilmek için tahammül etmezler.

Hanefîler, buna karşı da diyorlar ki: Evet., bir kere amden katil, bu kati ile maktulün mirasına biran evvel nail olmayı kasd etmiş, ola­bilir. Bu, ihtimal dahilindedir. Halbuki «her kim bir şeyi zamanından evvel istical ederse ondan mahrumiyetiyle muateb olur.» Bu ihtimal ise hataen katilde de vardır. Caiz ki, katil, bu maksad için bu cinayeti yap­mış, fakat kendisini mazur göstermek için bu cinayeti bir hata şeklin­de meydana getirmişdir. Böyle bir ihtimal ve tevehhüm, mirasdan mah­rumiyet hususunda mütehakkik gibi sayılır.

Hâti, bu cinayete bilfi'l mübaşeret etmişdir. Artık mirasdan mah­rumiyet, bu ihtiyatsızca mübaşeretin bir cezasıdır.

Maahaza mirasdan mahrumiyet, şer'an mahzur = memnu olan bir katlin cezasıdır. Hati'den zuhur eden katil de haddi zatında mahzurdur, memnudur. Çünkü mahzurun zıddı mübahdır. Bir insan bir cerimeye ceza olmaksızın mubah bir katle mahal olamaz. Bu katlin mahzur ol­duğuna, müstelzim bulunduğu keffaret de bir delildir. Çünkü keffaret, günahı setr etmekdir, eğer hataen kati, mubah olub günahdan beri bu­lunsa idi bu keffarete lüzum kalmazdı. Mebsutı Serahsî, Muhit Velhâsıl; katillerin böyle bir mahrumiyete uğramaları, nazariyatı cezaiyye bakımından da pek muvafık bulunmuşdur. Çünkü gerek amd ve gerek şibhi amd ve hata tarikiyle vuku bulan katillerden dolayı ma­sum şahıslar hayatdan mahrum kalmış, kendilerine mensub bulunan bir çok kimseler de' hüzn ve kedere müstağrak olmuşlardır. Artık böy­le elîm bir hâdisenin zuhuruna meydan vermiş olan bir şahıs, maktu­lün terikesine temellâk ederse bu, dilsûz bir hâile teşkil eder ve bu te­mellük hırsı bu gibi cinayetlerin tahaddüsüne saik olabilir.

Bir de bu mahrumiyet cezası, insanları daha mütebassırâne hare­kete sevk edeceği cihetle cinayetlerin azalmasına ve binnetice umumî Hayatın siyanet edilmesine hizmet eder.

215 - : Keffareti katil de bir nevi cezadır. Şöyle ki: bazı katil­lerden dolayı verilecek diyetlerden başka bir de keffaret lâzım gelir ki, bu bir mümin rakabeyi azad etmekden, bu bulunmadığı takdirde mut­tasıl iki ay oruç tutmakdan ibaretdir.

Keffareti katlin meşruiyyeti, kur'am mübînin sarih beyanatiyle sa­bittir. Nitekim yukarıda kısmen yazılmışdır.

Keffareti katlin hikmeti teşriiyyesine gelince fukahai kiram diyor­lar ki: bu, hem bir şükran nişanesidir, hem de cemiyete karşı bir nevi manevî tazminat mesabesindedir. Şöyle ki: bir masumüddem kimseyi gibhi amd veya hata suretiyle Öldüren şahıs, her ne kadar âmid değilse de. yine büyük bir cinayet işlemiş, âdeta kısasa müstahik bir hâle gel-mişdir. Fakat şarii hakîm, onu mazur görerek kıssadan afv etmişdir. Binaenaleyh bu şahıs, bir müslüman ise nail olduğu bu afüv ve lûtfun bir şükranesi olmak üzere nefsine veya maktule bedel bir mümin köle veya cariye azad etmekle mükellef bulunur. Bu, kendisi için bir veci­bedir.

Maahaza bir kimseyi haksız yere öldürmüş olan bir şahıs, huku-kullaha tecavüz etmiş, âmme menfaatlerini ihlâl eylemiş, maktulün mensub olduğu cemiyeti mutazarrır ve müteessir kılmışdır. Binaena­leyh böyle bir cinayette bulunan bir müslüman, keffaretle mükellef bu­lunur, tâ ki manen ölü olan bir köle veya cariyeyi hürriyet hayatına kavuşturmak suretiyle âmmeye tarziye vermiş, cemiyetin zararını min vechin telâfiye çalışmış olsun. Bu vecibe, islâmiyetîn hürriyete ne ka­dar ehemmiyet verdiğini de ayrıca gösterir.

Bir âyeti celîle de buyurulmuşdur.

Yani: her kim bir insanı öldürmüş olduğu bir nefse kısasdan veya yer yüzünde yapdığı bir fesaddan dolayı olmaksızın Öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Bilâkis 'bir kimseyi ölümden kurtarır, yasamasına hizmet ederse güya bütün halkı diriltmiş gibi olur.

Demek ki, nazarı isîâmda bir insanı haksız yere öldürmek, bütün bir içtimaî heyeti öldürmek kadar ağır bir cinayet sayıldığı gibi bir bî günahı ölümden kurtarmak da bütün insanları ihya etmek derecesin­de bir kemal, bir ihsan sayılmışdır. Rakikler ise dünya bakımından Ölü mesabesindedirler. Hürriyet ise bir hayat hükmündedir.

Binaenaleyh bir rakiki azad etmek, bir Ölüyü manen ihya etmek demekdir. Nitekim bigayri hakkın Öldürülecek bir bîçareyi müdafaa ede­rek ölümden kurtarmak, veya kısasen kati edilecek bir mücrimi af ey­lemek de bir nevi ihya sayılmakdadır.

İşte keffaret vasıtasiyle böyle mühim, insanî bir vazife ifa edilmiş oluyor. Şu kadar var ki her vakit ve her şahıs için rakabe azad etmek mümkün olamaz. Bunun için şarii hakim, teshîlât göstermiş, buna muk­tedir olmayan müslümanlar için iki ay oruç tutulmasını kâfi görmüş-dür. Çünkü keffaretden maksad, mücrimlerin bir nevi ıslahı hal etme­leri, istifai kusurda bulunmaları ve cemiyetin zararlarını mümkün mer­tebe telâfiye çalışmalarıdır. Hasbelbeşeriyye cinayette bulunmuş olan bir müslüman ise oruç vasıtasiyle hem nedametini izhar etmiş, hem de ahlâk ve etvarım tehzibe çalışarak mensub olduğu cemiyet için nafi, salih bir uzuv olmak gayesini istihdaf eylemiş olur. Zaten mücrimler hakkında ceza vermekden asıl gaye de bu cihetleri teminden başka de­ğildir.

216 - : Uhrevî mesuliyet de bir cezadır, hem de en büyük, en müthiş bir cezadır. Bundan maksad, caninin yapmış olduğu cinayetten, meselâ katil hâdisesinden dolayı ebediyet âleminde cezaya müstahik ol­masıdır. Bu Öyle bir cezadır ki, bunun dehşetinden dolayı her mutekid insan tirtir titrer, cinayet tarafına eri cüz'î bir temayül bile göstermeğe cüret edemez. Bu ceza, bu cihetle en kuvvetli bir müeyyide! ahlâkiyya teşkil etmekdedir.

Filhakika nizamı âlem için en mükemmel müeyyide, mesuliyeti uh-reviyye endişesidir. Bir kısım caniler, herhangi bir sebeple veya ba­hane ile dünyevî cezadan masun kalabilirler. Böyle bir masuniyet im­kânını düşünen bazı kimseler ise bir takım cinayetlere mücaseret eder­ler. Fakat bir mu'tekid insan, dünyevî cezadan kurtulabilse de uhrevî cezaya çarpılacağını her halde düşünür, bu düşünce ise şübhe yok ki, insaniyet muhitinde cinayetlerin azalmasına pek çok yardım eder.

Maahaza beşeriyet hasebiyle cinayette bulunmuş olan mutekid bir insan, uhrevî cezadan kurtulmak İçin cinayetini itiraf ederek hakkın­da dünyevî cezanın tatbik edilmesine muvafakat eder. Çünkü töbekâr olub halini ıslah eden ve hakkında, dünyevî cezanın tatbik edilmesine muvafakat gösteren metin itikadü bir müminin uhrevî azabdan kurtu­lacağı kaviyyen me'muldür. Bunun neticesinde de hem cinayet hâdisesi meydana çıkmış, hak yerini bulmuş, hem de başkalarının intibaha için mükemmel bir vesile vücude gelmiş olur.

Cinayetlerin ve bilhassa haksız yere olan katillerin uhrevî. mesu­liyetleri hakkında pek müdhiş ayatı kur'aniyye ve ahadisi şerife var­dır. Biz burada bu katil hâdiselerini yedi kısma ayırarak bunların hak­larındaki dinî tehdidatı kısmen kaydedeceğiz:

(1) : (Bir mümini haksız yere bir adavet neticesi olarak öldür­mek): Bu, Allah Tealâ'ya şerik ittihazından sonra günahların en büyü­ğü sayılmakdadır. Bu cinayeti irtikâb eden bir mücrim, cehennem aza­bına ebediyen müstahik olur. Nitekim Kur'anı mübin'de buyurulmuştur.

Yani : her kim bir mümini kasden öldürürse müstahik olduğu ce­za, içinde muhalled kalmak üzere cehennemdir. Ona Allah Tealâ gazab etmişdir, lanet etmişdir ve ona büyük azab hazırlamışdır. 'Ne elîm âkibet.

Malûmdur ki, müşriklerden, Hak Tealâ'yı münkirlerden başka hiç bir kimse cehennemde. müebbeden muazzeb olmayacakdır. Mümin olan bir katil ise böyle ebedî bir cezaya giriftar olmayacakdır. Fakat yapdi-ğı cinayet o kadar büyükdür ki, ondan dolayı böyle ebedî bir cezaya müstahikdir. İşte âyeti celîlede buna işaret olunmuşdur.

Maahâza bir kimse, bir mümini mahza mümin olduğundan dolayı öldürürse veya bir mümini haksız yere öldürmeği halâl görürse zaru-riyyatı diniyyeden oian bir hükmü inkâr etmiş, bu sebeple ebedî azaba giriftar bulunmuş olur.

Bir hadisi şerifde de buyurulmuştur. Nesal

Yani: bir mümini haksız yere öldürmek, Allah Tealâ'mn nezdi kib-riyasında bütün dünyanın zeval bulmasından daha büyükdür.

İşte bir mümin hakkında zulmen yapılan bir cinayetin indi ilâhî­deki fecaati.

Diğer bir hadisi nebevide de buyuruîmuştur. Tirmizî.

Yani: Eğer gök ve yer ehli toplanıp bir müminin kanında - kati edilmesinde ortak bulunsalar elbette Allah Tealâ hepsini de yüzleri üs­tüne cehenneme atar, hepsini de hûr ve zelîl eder.

Artık böyle bir cinayetin uhrevî mesuliyetinden insan titremez mi?.

(2) : (Müslümanların zimmetinde, ahd ve e mananda bulunan bir gayri müslimi haksız yere öldürmek): Bu da pek büyük bir günahdır. Bunun uhrevî mesuliyeti de pek elimdir. Bir hadisi şerifde buyurulmuşdur. Diğer bir rivayette de diye varid olmuşdur. Buharî, Süneni Neseî.

Yani : bir kimse, müslümanlar ile muahede yapmış olan bir gay­ri müslimi, veya islâm tabiiyetini kabul etmiş bulunan bir zimmîyi Öl­dürürse cennetin kokusunu koklayamaz, yani, cennete nailiyete müs­tahik olmaz. Halbuki cennetin güzel kokusu, kırk senelik bir mesafeden gelir, insanın meşamını ta'tîr eder. Ne büyük mahrumiyet!.

İşte böyle bir cinayetin uhrevî mesuliyetini her mümin düşünme­ye" mecburdur.

(3) : (iki veya daha ziyade kimselerin toplanıp biribirini öldür­meleri) : Bu da pek müthiş bir günahdır. Böyle bir "hâdise neticesin­de Ölen de, öldüren de uhrevî mesuliyetden yakasını kurtaramaz. Nite­kim bir hadisi şerifde

Camiüs'sagîr.

Yani : iki müslüman, kılıçlarîyle biribirini karşılayib da biri diğe­rini Öldürecek ojtsa öldüren de, ölen de cehennemdedir. Denildiği: Yâ Resûlâllah!. bîri katildir, ya maktul olan diğeri neden cehennemlik olu­yor?. Buyurdu ki: şüphesiz o da arkadaşını öldürmeğe haris bulunmuş-dur.

Demek ki biifil kati değil, katle azm de böyle dehşetli mesuliye­te . sebep oluyor.

Binaenaleyh bu gibi cinayetlere müncer olabilecek münazaalardan kaçınmak dinen bir vecibedir.

(4) : (İhtiyaç korkusiyle veya iffete mugayir bîr hareketin setri maksadiyle bir cenini, bir çocuğu öldürmek): Bu da pek dilsûz bir ci­nayet olduğundan pek büyük bir günahdır, bu da pek azîm uhrevî me­suliyeti calibdir.

Bir âyeti kerimede buyurulmuşdur.

Yani: çocuklarınızı maişet korkusiyle öldürmeyiniz. Biz, sizi de on­ları da merzuk ederiz.

Herhangi bir endişe ile olursa olsun böyle bi rcinayete cüret et­mek, dünyevî mücazatdivn başka uhrevî mücazatı da, mesuliyeti de müs-telzim olacakdır. Binaenaleyh1 bundan her mutekid insan son derece ka-Çinır. Cenîn bahsine müracaat!.

(5) (Bir kimsenin intihar etmesi, kendi kendisini öldürmesi) Bu da pek dehşetli bir cinayetdir, günahı da, uhrevî mesuliyeti de o dere­ce büyükdür. .

Bir insan, hasta olur, müzayaka içinde kalır, bazı elim hâdiselerle karşılaşabilir. Fakat bu hâle karşı sabr etmesi, takdiri ilâhiye razı ol­ması icab eder. Böyle bir takdire razı olmak ubudiyet muktezasıdır. Bu rızanın mevcudiyeti ise nahoş hallere karşı sabr etmekle tecelli eder. Nitekim bir hadisi şerifde sabır, imanın yarısıdır buyurulmuşdur.

ihyaüTulûmda yazıldığı üzere insanın arzusuna tevafuk etmeyen bir takım şeylere kargı sabır etmesi, bir faziletdir. Bahusus musibetle­re, meselâ: muhterem zatların vefatlarına, mâlların helakine sıhhatin maraz ile zevaline, azanın bozulmasına, gözün ârna olmasına vesair mü­tenevvi belâlara karşı sabır etmek makamatı sabrın en yükseğidir. Sa­bır edenler için ise pe kçok mükâfat vardır. Nitekim bir âyeti kerîmede buyuıulmuştur.

Yani: dabır edenlere mükâfatları hesabsız olarak ihsan buyurula-cakdır. Sabır etmeyib herhangi nahoş bir hâdiseden dolayı intihara cü­ret göstermek İse büyük bir ma'siyot olduğundan pek büyük bir me­suliyeti cahbdir.

intihar eden, bu cüretile istemediği bîr hadiseden kurtulmuş mu olacak!. Bilâkis o hâdiseden binlerce kat elem âver olan felâketlere, azablara maruz kalacak, yaptığına pek çok nedamet edecek, fakat bu nedamet faide vermeyecekdir.

Hak Tealâ Hazretleri nefislerinizi Öldürmeyi­niz diye bu cinayetden nehy etmiş olduğu halde insan, buna nasıl cü­ret edebilir. Bunun elîm akıbetini düşünmesi icab etmez mi?

Teysirülvusul1 de yazıldığı üzere Resuli Ekrem, sallâllahü aleyhi ve-sellem efendimiz, Hayber gazvesine iştirak edib müslüman bulunduğu­nu iddia eden-bir şahıs hakkında «o ehli nârdır» diye buyurmuştu. Harb başlayınca bu şahıs, şiddetli bir mukatelede bulunarak bir çok ceriha­lar aldı. Buna şahid olan bazı zatlar tarafından «Yâ Resulâllah!. Siz fülân şahıs hakkında «ehli nârdir» buyurmuşdunuz, halbuki o şiddetli muharebelerde bulunarak vefat etti» denildi. Nebiyyi hikmet beyan haz­retleri tekrar «O ateşe atıldı» diye buyurdu. Bazı kimseler hemen he­men şübheye düşecek bir hale gelmişlerdi ki, o şahsın henüz vefat et­mediği, fakat kendisinde şiddetli bir ceriha bulunduğu söylendi. Vak-tâ ki, gece oldu, bu cerihaya sabr edemeyerek kılıcının üzerine düşüb kendisini Öldürdü. Keyfiyet Resuli Ekreme haber verilince: «Allahü Ek-ber. Şahadet ederim ki, ben Allahın kulu ve resulüyüm» diye buyurdu ve Bilâli Habeşîye emr ederek nâs arasında şöyle nida ettirdi

Buharı ve Müslim.

Yani: Şübhe yok ki cennete müslüman olan kimseden başkası gir-meyecekdir ve yine şübhe yok ki, Allah Tealâ bu dini fâcir bir kişi ile do te'yid buyurur.

Demek ki, imandan, tâatden mahrum ola nbir kimsenin din namı­na hizmeti görülse de bu, onun azabı ilâhîden kurtulmasına vesile ola­maz. Nitekim bu müntehir de böyle bir hizmetde bulunmasına rağmen irtikâb etdiği intihar cinayetinden dolayı* azaba müstahik olmuşdur.

Binaenaleyh intihar suretiyle olan bir katli nefsin de. uhrevî me­suliyetini düşünmek her mutekid insan için mühim bir vazifedir.

(6) : (Bir insanı velev ki ölüm döşeğinde bulunsun, velev ki ken­di emriyle olsun Öldürmek) : bir cinayetdir. Bunun da uhrevî mesu­liyeti pek ağırdır.

âyeti kerimesi, böyle bir cinayeti kat'iyyen nehy etmekdedir.

Yani: Allah Teaiâ'nın haram kıldığı nefsi de öldürmeyiniz, "haklı yere olan müstesna, tşte size bunu vasiyet buyurmuşdur. Tâ ki düşü-nesiniz, muktezasına göre hareket edesiniz. Akla, hikmete, muhalif ha-reketde bulunmayasınız.

Kütübi fıkhiyyemizde ve bilhassa «Elm,uhallâ» da yazıldığı üzere can vermekde olan bir insan dâ tam hakkı hayata mâlik bir insandır. Hattâ cesedinin yarısından canı çekilmiş olan bir insanı öldüren, onun kanını zamin olur. Şübhe yok ki böyle bir insan da tam zî hayat hük­mündedir. Bunun içindir ki, bir insan bir ületden veya bir cerihadan veya amden veya hataen yapılan bir cinayetden dolayı teslimi ruh ede­cek bir halde iken bir karibi vefat etse o karibe vâris olur. Kendisine bir malını vasiyet etmiş olan bir kimse vefat etse o mala vasiyet tari­kiyle temellük eder. Ve bir gayri müslim bu halde aklı başında olarak islâmiyeti kabul etse ihtidası makbul, kendisine müslüman olan karib-leri var ise vâris olur.

Demek bu insan, tam hukuka mâlik, zî hayat bir şahisdır. Ehli şe-rîatden vesaireden iki kimse tasavvur olunamaz ki bu insanın bu haya­tında ihtilâf etsin. Artık böyle zî hayat bir insanı haksız yere öldürmek islâm hukukunca kat'iyyen haramdır, memnudur. Böyle bir şahsın ken­di ölümünü tacil etmesi, kendisinin öldürülmesine razı olması, emir ver­mesi asla halâl olmaz.

Binaenaleyh böyle bir insanı öldüren, şübhe yok ki masum bir nef­si Öldürmüş olur. Artık onu amden kim kati ederse hakkında ya kısas, ya diyet veya müfadat lâzım gelir. Ve onu kim hataen kati ederse ken­disine keffaret, âkilesi üzerine de diyet lâzım gelir. Nitekim bu husu­su ileride de izah edeceğiz.

Şübhe yok ki hayatımız bir vediai ilâhiyyedir. Bir müsaadei şer'iy-ye olmadıkça bunu başkalarının izale etmesi asla caiz olamaz. Son ne­feslerini yaşadıklarına etıbbanın kani oldukları nice hastaların bilâha­re şifa bularak senelerce yaşadıkları daima görülmek dedir. Hali ihti-zarda bulunarak pek şiddetli elemler içinde kıvrandığı bahanesiyle bir hastanın hayatına biran evvel hatime vermek salâhiyeti, birçok cina­yetlere sebeb olabilir. Bir çok suikasdler, bu bahane ile cezadan beri olarak irtikâb edilebilir. Bunun muayyen bir mikyası olamaz, bir kaç kişinin buna lüzum göstermesi, bu hususda bir kaç kimsenin karâr ver­mesi, melhuz fecayii bertaraf edemez. Hastanın geçtiği ıztırabat saika-siyle veya hangi mülâhazat sebebiyle bu öldürülmesine muvafakat et­mesi de böyle bir cinayete meşruiyet veremez. Doğrusu budur ki böyle bir hareket; keyfî kanaatlere istinaddan hâli olamaz, bir nice gayri ah­lâkî neticelere müncer olmakdan kurtulamaz.

Şunu da düşünmelidir ki, dinî bir terbiyeye mâlik olan insanlar, çektikleri hastalıkların, ıztırapların mükâfatına nail olacaklarına kani-dirler. Onları muvakkat bir ıztırabdan kurtarmak için bu ebedî mükâ-fatdan mahrum bırakmak doğru olamaz. Şifa bulmak için insan ne acı, zehirli ilâçlara tahammül eder. Ya ebedî bir hayata, bir saadete naili-yet için muvakkat bir elem ve ıztıraba tahammül edemez mi?

Velhâsıl: böyle bir bahane ile yapıla nkatillerin uhrevî mesuliyeti de tasavvurların fevkindedir.

(7) : (Katil, cani sanılan bir insanı lâyıkiyle tahkikat .yapmadan ölüme mahkûm etmek) : Bu da pek büyük bir ma'siyyetdir. Bunun uh­revî mesuliyeti de mu'tekid insanları titretecek kadar büyükdür. Lâzım gelen tedkikat bihakkin yapılmadan bir İnsanın katline hüküm verilme­si, şübhe yok ki ruhi adaleti sızlatır, içtimaî hayatı perişan eder.

«Muhtasarı Ebiz'ziya» şerhinde Muhammedü'hırşî diyor ki: Bütün milletlerde dini muhafazadan sonra müraatı vacib olan zaruriyatin en müekkedi, kanlardır. Bu, nüfusı muhafaza me'selesidir. Bir hadisi şerifde buyurulmuşdur.

Yani: Kıyamet gününde nâs arasında muhakemesi yapılıb hükmü verilecek ilk şey, kanlar hakkındadır. Binaenaleyh bunun şanına çok ehemmiyet vermek lâyıkdır.

Diğer bir hadisi şerifde de buyurulmuştur.

Yani: Her kim bir müslümanın kanının dökülmesine velev bir ke­limenin bir harfi ile, meselâ: «öldür» sözünün ilk harfiyle iştirak etse kıyamet gününde iki gözünün ortasında «Allanın rahmetinden ümidi kesilmiştir» diye yazılmış olarak meydana gelecektir. Ne feci âkibet!

Diğer bir hadisi şerifde de buyurulmuştur. Taberanî, Beyheki.

Yani: biriniz, bir kişinin zulmen Öldürüldüğü yerde sakın durma­sın. Çünkü orada hazır bulunup da onu o ölümden kurtarmayanların hepsi üzerine lanet iner. Ve biriniz bir kişinin zulmen döğüldüğü yerde de sakın durmasın. Zira orada hazır bulunanların hepsi üzerine onu o-zulümden müdafaada bulunmadıkları anda lanet nüzul eder. Ne kor­kunç hâile!..

Velhâsıl: bir bî günahın katline hüküm vermek veya onun hu kat­linde herhangi bir suretle medhaldar olmak veya onun bu zalimane katledilmesini lâubaliyâne bir surette seyre dalmak büyük bir günah-dır, bunun uhrevî mesuliyeti pek ziyadedir. Bu mesuliyet endişesi ise mutekid olan nezih ruhlu insanlar için dünyevî cezaların pek fevkinde-dir. îşte cemiyeti beşeriyeyi birçok cinayetlerden kurtaracak olan da asıl bu uhrevî mesuliyet itikadıdır. [27]