İcmaın haddi zâtında kabil ve vaki olup olmaması :
İcmaın haddi zâtında kabil ve vaki olup olmaması :
451 - : Bir asırda bulunan müctehidlerin bir hâdisede ittifakları
ve bu ittifaktan ümmeti merhumenin haberdar olması akien mumKün ve bilfîl vakidir. Nitekim ashabı kiramın bazı meselelerde ittifak etmiş oldukları kat'iyyen sabit, bizce tevatüren malumdur. Teati tariKüe satış muamelesi ve hammam ücretleri hakkındaki icma da böyledir.
452-: Nezzam ile Şiadan bazı taifeler, icmaın ademi imkânına kail olmuşlardır. Mutezileden olan İbrahim Nezzam ile Kaşanî ve R-âfı-zîlerin ekserisi, icmaın bir hüccet, veya bir hücceti katiyye olduğunu inkâr etmişlerdir.
Bunlara göre müctehidlerin adedi ziyade, reyleri muhtelif, istinat edecekleri deliller, gayri kat'î olacağından bir hükümde ittifak etmeleri müstebattir. Ve her birinin içtihadında hata etmesi caiz olduğundan mecmuunun da hata etmeleri caizdir.
Fakat bu iddiaları, kitaba, sünnete, edillei akliyyeye muhaliftir. Va-kii hâlde kendilerini tekzip etmektedir. Bu babda cumhuru ümmetin kanaati aşağıdaki vecihledir.
453 - : Şer'î delillerin esası, kitabullah ile sünneti nebeviyyedir.
Dinimizin başlıca hükümleri, bu iki menbadan iktibas olunmuştur. Maa-mafih hadisat, gayri mütenahidir, birçok hadiselerin hükmü Rur'arı mübinde veya sünneti nebeviyede sarih bir surette görülemez. Halbuki dini islâm, ekmeliyyet mertebesini haizdir. bugünkü gün size dininizi ikmal ettim..) âyeti kerimesi, bunu nâtıktır. O hâlde vakit vakit yüz gösteren bir takım hukukî, içtimaî hâdiselerin hükümleri de yine kitabullah ile sünneti nebeviyye aslından münşaib olan-icmaı ümmet ile, kıyası fukaha ile hâl ve tayin edilmek lâzım gelir. Bunlar da şer'î deliller cümlesinden olup âmmei ümmet tarafından kabul edilmiş, birer esastır. Ve illâ dini islâmın ekmeliyetini iddia, itirazdan salim olamaz.
454 - : Ümmeti merhumenin en nezih, en kudretli mümessilleri olan müetehidini izamın bir meselede ittifak etmeleri, bir hüccettir. Böyle bir ittifakın şer'an bir hüccet sayılması, bu ümmet hakkında bir tekri-mi sübhanîdir. Çünkü bu ümmet, dalâlet üzerine ittifak etmez. Nitekim bir hadisi şerifte: buyurulmuştur. Diğer bir hadisi şerifte de: müslümanlann gtizeJL gördüğü şey, Allah Tealâ nezdinde de güzeldir.) buyurulmuştur.
Binaenaleyh icma ile kıyas da yine şarii mübîn tarafından kabul ve ümmete tavsiye buyurulmuş birer serî delilden başka değildir. Artık bunların kabul edilmesi, dini islâmın ekmeliyyeti hakkındaki nassı Kur' an'a münafi görülemez. Çünkü dini islâm, arz ettiğimiz üzere icmaı ümmet ile kıyası fukahayı da ulvî dairesinde cem etmiştir.
Demek oluyor ki: nazmı kerimi, kitabullah ile sünneti nebeviyyeyi ve icma ile kıyası ihtiva eden, bunlar ile bütün ahkâmı sabit bulunan bir dini celîlin ekmeliyyetini bizlere tebşir etmiş bulunuyor. Eğer böyle olmasaydı dini islâmın her asırda binlerce, yüz binlerce eazımı tarafından icma ile kıyasın birer hüccet olması kabul edilir miydi?
Artık ümmeti merhumenin bu husustaki kanaat ve ittifakı hilâfına olacak bir iddianın ne kıymeti olabilir?
455 -: icmaın bir hücceti şer'iyye olduğuna birçok âyetler, hadisler delâlet etmektedir. Bunlardan bir kaçını kayd edeceğiz,
âyeti kerimesi, müminlerin yollarının yakın derecede hak olduğunu göstermektedir.
Bu âyeti kerimede buyurulmuş oluyor ki: «her kim kendisine hak zahir olduktan sonra peygambere muhalif bir vaziyet alır ve müminlerin yollarından bankasını takip ederse biz onu kendi hâline bırakır ve cehenneme atarız. O ne fena gidiştir.»
Müminlerin yollarından murad, onların kavlen ve amelen ihtiyar etmiş oldukları şeylerden ibarettir. Artık bu gibi hususlarda kendilerine muhalefet caiz olmayınca bunun bir hüccet olduğu anlaşılmış olur.
(2) : âyeti celîlesi, bu ümmetin hayriyetini beyan ediyor;
«Sizler, insanlar için meydana çıkarılmış, mâruf ile emir, münkerden nehy eden ümmetlerin hayırlısı bulunmaktasınız» mealinde bulunmaktadır. Bu hayriyyet ise içtima ve ittifak ettikleri şeylerin hakkiyyetini iktiza eder. Eğer onlar, bir münker üzerine ittifak edecek olsalar idi münker ile âmir bulunmuş ve binaenaleyh böyle hayriyet ile tavsif edilmeleri caiz olmamış olurdu.
(3) - : âyeti kerimesi, bu ümmeti merhumenin adaletle, şahadetle ittisafını gösteriyor, «İşte sizi öylece âdil, mutedil bir ümmet kıldık, tâ ki nâs üzerine şahitler olasınız» buyurulmuş oluyor. Binaenaleyh bu ümmetin ittifak ettikleri bir şeyin hak olması lâzım gelir. Ve illâ adaletle, şahadete salâhiyetle itti-safları .doğru olmamak iktiza ederdi. Haktealâ Hazretleri ise kullarını haiz olmadıkları bir vasıf ile tavsif buyurmaz. O hâlde bu ümmeti merhumenin ittifakı, ittibaa ehak olmak icab eder.
(4) : Resulüekrem Efendimiz de: ümmetim, dalâlet üzerine toplanamaz) buyurmuştur. Demek ki, ümmetin heyeti mecmuası, hatadan ismette bulunmuş olur. Nitekim diğer bir hadisi şerifte de: Rabbimden ümmetimin dalâlet üzerine toplanmamasını istedim, onu bana ihsan buyurdu.) diye buyurulmuştur.
Bütün bunlar gösteriyor ki, ümmeti merhumeyi temsil eden müc-tehidlerin bir hükmü şer'îde ittifak etmeleri; hatadan beri, hakka mu-karin, ittibaı vacib bir hücceti dîniyyeden başka değildir.
456 - : İcmaın bir hüccet olması, aklî deliller ile de sabittir. Şöyle ki: bir kere düşünmeli ki, Resulü Ekrem Efendimiz, hatemülenbiyaaır, şeriati de kıyamete kadar bakidir: Şimdi bir hâdise tasavvur olunsun ki, onun hakkında kitabdan ve sünnetten sarih bir nas bulunmuyor, onun hakkında ümmetin ittifakı da bir hüccet sayılmıyor, kıyasa da imkân yok, artık o hâdise hakkında şeriati garra, munkati olmuş, kıyamete kadar devam etmesi gayri kabil bulunmuş olmaz mı?. Bu da şarii mübî-nin ihbarında hulfi müstelzim bulunmaz mı?. Halbuki icma da dinden olup şarii mübince makbul bir hüccet olunca böyle bir mahzura asla mahal kalmaz.
Bu babda ittifakları muteber olan ümmetten murad ise —evvelce de işaret olunduğu üzere-havaya, bid'ate sarılmayan, ilm ile, diyanet ile muttasif bulunan, şer'î delilleri tetkike muvaffak olan müctehidini kiramdan ba§ka değildir. Çünkü mutlak surette zikr edilen ümmetten murad, ümmeti icabet, ümmeti mütabaattir, yoksa ümmeti davet ve ümmeti bid'at değildir.
457 - : İslâm milletinin mebadiyi itilâsını, muhteşem tarihi ilmîsini nazara alanlar, icmaın imkânını, vukuunu itirafa mecbur olurlar. Bir kere bir zamandaki müctehidlerin bir mesele hakkında ayni kanaate varıp ittifak etmeleri asla istibad olunamaz. Çünkü o hususta yalnız kendi fikirlerine değil, kendilerine vâsıl olan şer'î emarelere, delillere is-tinad edecekleri cihetle aralarında reylerin ihtilâfına mahal kalmayacağı pek ziyade mümkündür. Sonra bu müctehidlerin bu ittifakına ümmeti merhumenin muttali olması da asla müstebad değildir. Bir hadisi şerifi râvîsinden telâkki etmek için şehir şehir, iklim iklim gezip uzun boylu yolculuk zahmetine katlanmış binlerce, yüz binlerce muhaddisle-rin, ilim adamlarının islâm muhitinde yaşamış olduğunu ilim tarihimiz tesbit etmiş bulunuyor.
Maamafih her asırda islâm âleminin alelekser başlıca merkezlerinde zuhur eden ve âdetleri binnisbe mahdut bulunacak olan müctehidlerin bir mesele hakkındaki kanaatlerine ıttıla, hakikatleri araştırıp duran bir ümmet için hiç de muhal görülemez.
Vâkiâ bugün islâm memleketleri çoğalmış, birbirinden ayrıca yaşamakta bulunmuştur. Fakat yine güzel bir teşkilât sayesinde islâm yüksek âlimlerinin biribirinin içtihadından haberdar olmaları, güç değildir. Belki bu cihet pek ziyade kolaylık kesb etmiştir.
Filhakika bugünkü gündeki muhtelif muhabere vasıtalarının mükemmeliyeti, bu ciheti pek mükemmel bir hâle getirmiştir. Telgraflardan, radyolardan, ilmî ceridelerden ne kadar istifade olunabilir. Elverir ki, müslümanlar arasında hakikati araştıran bir ilmî heyet mevcut bulunsun.
458 -: Şunu da ilâve edelim ki, bugün icmaı ümmet, artık vücude gelmeyebilir. Vaktile müctehidîni izam, mütehaddis ve melhuz yüz binlerce meseleyi dermeyan ederek, hükümlerini beyan etmiş hangi meselelerde ittifakta ve hangi meselelerde ihtilâfta bulunmuş oldukları kitaplarımızda kayd ve tesbit edilmiş olduğundan artık bunların hakkında yeniden içtihada lüzum kalmamıştır. Son asırlarda ictihad kuvvetini, şeraitini hâiz âlimlerin yetişmez olması da ictihad vukuunu sekteye uğratmıştır. Bazı müctehidler bulunsa bile bunların reylerine ümmeti merhumenin-bugün ıttılaı, islâm âleminde matlûp teşkilât vücude getirilmediğinden ve lâubalîlikten dolayı kabil görülmeyebilir. Fakat bizim maksadımız, esasen icmam bir hücceti şer'iyye olduğunu ve bunun vaktile tahakkuk etmiş bulunduğunu söylemekten ibarettir. Bir şeyin bir zamanda ademi vuku ise o şeyin haddi zâtında cevazına, imkânına ve vaktile vukubulmuş olmasına münafi bulunamaz. Bilhassa âmmei müsliminin kabul etmiş olduğu bir esası artık kimsenin inkâr etmesine mahal kalmamıştır. [20]
451 - : Bir asırda bulunan müctehidlerin bir hâdisede ittifakları
ve bu ittifaktan ümmeti merhumenin haberdar olması akien mumKün ve bilfîl vakidir. Nitekim ashabı kiramın bazı meselelerde ittifak etmiş oldukları kat'iyyen sabit, bizce tevatüren malumdur. Teati tariKüe satış muamelesi ve hammam ücretleri hakkındaki icma da böyledir.
452-: Nezzam ile Şiadan bazı taifeler, icmaın ademi imkânına kail olmuşlardır. Mutezileden olan İbrahim Nezzam ile Kaşanî ve R-âfı-zîlerin ekserisi, icmaın bir hüccet, veya bir hücceti katiyye olduğunu inkâr etmişlerdir.
Bunlara göre müctehidlerin adedi ziyade, reyleri muhtelif, istinat edecekleri deliller, gayri kat'î olacağından bir hükümde ittifak etmeleri müstebattir. Ve her birinin içtihadında hata etmesi caiz olduğundan mecmuunun da hata etmeleri caizdir.
Fakat bu iddiaları, kitaba, sünnete, edillei akliyyeye muhaliftir. Va-kii hâlde kendilerini tekzip etmektedir. Bu babda cumhuru ümmetin kanaati aşağıdaki vecihledir.
453 - : Şer'î delillerin esası, kitabullah ile sünneti nebeviyyedir.
Dinimizin başlıca hükümleri, bu iki menbadan iktibas olunmuştur. Maa-mafih hadisat, gayri mütenahidir, birçok hadiselerin hükmü Rur'arı mübinde veya sünneti nebeviyede sarih bir surette görülemez. Halbuki dini islâm, ekmeliyyet mertebesini haizdir. bugünkü gün size dininizi ikmal ettim..) âyeti kerimesi, bunu nâtıktır. O hâlde vakit vakit yüz gösteren bir takım hukukî, içtimaî hâdiselerin hükümleri de yine kitabullah ile sünneti nebeviyye aslından münşaib olan-icmaı ümmet ile, kıyası fukaha ile hâl ve tayin edilmek lâzım gelir. Bunlar da şer'î deliller cümlesinden olup âmmei ümmet tarafından kabul edilmiş, birer esastır. Ve illâ dini islâmın ekmeliyetini iddia, itirazdan salim olamaz.
454 - : Ümmeti merhumenin en nezih, en kudretli mümessilleri olan müetehidini izamın bir meselede ittifak etmeleri, bir hüccettir. Böyle bir ittifakın şer'an bir hüccet sayılması, bu ümmet hakkında bir tekri-mi sübhanîdir. Çünkü bu ümmet, dalâlet üzerine ittifak etmez. Nitekim bir hadisi şerifte: buyurulmuştur. Diğer bir hadisi şerifte de: müslümanlann gtizeJL gördüğü şey, Allah Tealâ nezdinde de güzeldir.) buyurulmuştur.
Binaenaleyh icma ile kıyas da yine şarii mübîn tarafından kabul ve ümmete tavsiye buyurulmuş birer serî delilden başka değildir. Artık bunların kabul edilmesi, dini islâmın ekmeliyyeti hakkındaki nassı Kur' an'a münafi görülemez. Çünkü dini islâm, arz ettiğimiz üzere icmaı ümmet ile kıyası fukahayı da ulvî dairesinde cem etmiştir.
Demek oluyor ki: nazmı kerimi, kitabullah ile sünneti nebeviyyeyi ve icma ile kıyası ihtiva eden, bunlar ile bütün ahkâmı sabit bulunan bir dini celîlin ekmeliyyetini bizlere tebşir etmiş bulunuyor. Eğer böyle olmasaydı dini islâmın her asırda binlerce, yüz binlerce eazımı tarafından icma ile kıyasın birer hüccet olması kabul edilir miydi?
Artık ümmeti merhumenin bu husustaki kanaat ve ittifakı hilâfına olacak bir iddianın ne kıymeti olabilir?
455 -: icmaın bir hücceti şer'iyye olduğuna birçok âyetler, hadisler delâlet etmektedir. Bunlardan bir kaçını kayd edeceğiz,
âyeti kerimesi, müminlerin yollarının yakın derecede hak olduğunu göstermektedir.
Bu âyeti kerimede buyurulmuş oluyor ki: «her kim kendisine hak zahir olduktan sonra peygambere muhalif bir vaziyet alır ve müminlerin yollarından bankasını takip ederse biz onu kendi hâline bırakır ve cehenneme atarız. O ne fena gidiştir.»
Müminlerin yollarından murad, onların kavlen ve amelen ihtiyar etmiş oldukları şeylerden ibarettir. Artık bu gibi hususlarda kendilerine muhalefet caiz olmayınca bunun bir hüccet olduğu anlaşılmış olur.
(2) : âyeti celîlesi, bu ümmetin hayriyetini beyan ediyor;
«Sizler, insanlar için meydana çıkarılmış, mâruf ile emir, münkerden nehy eden ümmetlerin hayırlısı bulunmaktasınız» mealinde bulunmaktadır. Bu hayriyyet ise içtima ve ittifak ettikleri şeylerin hakkiyyetini iktiza eder. Eğer onlar, bir münker üzerine ittifak edecek olsalar idi münker ile âmir bulunmuş ve binaenaleyh böyle hayriyet ile tavsif edilmeleri caiz olmamış olurdu.
(3) - : âyeti kerimesi, bu ümmeti merhumenin adaletle, şahadetle ittisafını gösteriyor, «İşte sizi öylece âdil, mutedil bir ümmet kıldık, tâ ki nâs üzerine şahitler olasınız» buyurulmuş oluyor. Binaenaleyh bu ümmetin ittifak ettikleri bir şeyin hak olması lâzım gelir. Ve illâ adaletle, şahadete salâhiyetle itti-safları .doğru olmamak iktiza ederdi. Haktealâ Hazretleri ise kullarını haiz olmadıkları bir vasıf ile tavsif buyurmaz. O hâlde bu ümmeti merhumenin ittifakı, ittibaa ehak olmak icab eder.
(4) : Resulüekrem Efendimiz de: ümmetim, dalâlet üzerine toplanamaz) buyurmuştur. Demek ki, ümmetin heyeti mecmuası, hatadan ismette bulunmuş olur. Nitekim diğer bir hadisi şerifte de: Rabbimden ümmetimin dalâlet üzerine toplanmamasını istedim, onu bana ihsan buyurdu.) diye buyurulmuştur.
Bütün bunlar gösteriyor ki, ümmeti merhumeyi temsil eden müc-tehidlerin bir hükmü şer'îde ittifak etmeleri; hatadan beri, hakka mu-karin, ittibaı vacib bir hücceti dîniyyeden başka değildir.
456 - : İcmaın bir hüccet olması, aklî deliller ile de sabittir. Şöyle ki: bir kere düşünmeli ki, Resulü Ekrem Efendimiz, hatemülenbiyaaır, şeriati de kıyamete kadar bakidir: Şimdi bir hâdise tasavvur olunsun ki, onun hakkında kitabdan ve sünnetten sarih bir nas bulunmuyor, onun hakkında ümmetin ittifakı da bir hüccet sayılmıyor, kıyasa da imkân yok, artık o hâdise hakkında şeriati garra, munkati olmuş, kıyamete kadar devam etmesi gayri kabil bulunmuş olmaz mı?. Bu da şarii mübî-nin ihbarında hulfi müstelzim bulunmaz mı?. Halbuki icma da dinden olup şarii mübince makbul bir hüccet olunca böyle bir mahzura asla mahal kalmaz.
Bu babda ittifakları muteber olan ümmetten murad ise —evvelce de işaret olunduğu üzere-havaya, bid'ate sarılmayan, ilm ile, diyanet ile muttasif bulunan, şer'î delilleri tetkike muvaffak olan müctehidini kiramdan ba§ka değildir. Çünkü mutlak surette zikr edilen ümmetten murad, ümmeti icabet, ümmeti mütabaattir, yoksa ümmeti davet ve ümmeti bid'at değildir.
457 - : İslâm milletinin mebadiyi itilâsını, muhteşem tarihi ilmîsini nazara alanlar, icmaın imkânını, vukuunu itirafa mecbur olurlar. Bir kere bir zamandaki müctehidlerin bir mesele hakkında ayni kanaate varıp ittifak etmeleri asla istibad olunamaz. Çünkü o hususta yalnız kendi fikirlerine değil, kendilerine vâsıl olan şer'î emarelere, delillere is-tinad edecekleri cihetle aralarında reylerin ihtilâfına mahal kalmayacağı pek ziyade mümkündür. Sonra bu müctehidlerin bu ittifakına ümmeti merhumenin muttali olması da asla müstebad değildir. Bir hadisi şerifi râvîsinden telâkki etmek için şehir şehir, iklim iklim gezip uzun boylu yolculuk zahmetine katlanmış binlerce, yüz binlerce muhaddisle-rin, ilim adamlarının islâm muhitinde yaşamış olduğunu ilim tarihimiz tesbit etmiş bulunuyor.
Maamafih her asırda islâm âleminin alelekser başlıca merkezlerinde zuhur eden ve âdetleri binnisbe mahdut bulunacak olan müctehidlerin bir mesele hakkındaki kanaatlerine ıttıla, hakikatleri araştırıp duran bir ümmet için hiç de muhal görülemez.
Vâkiâ bugün islâm memleketleri çoğalmış, birbirinden ayrıca yaşamakta bulunmuştur. Fakat yine güzel bir teşkilât sayesinde islâm yüksek âlimlerinin biribirinin içtihadından haberdar olmaları, güç değildir. Belki bu cihet pek ziyade kolaylık kesb etmiştir.
Filhakika bugünkü gündeki muhtelif muhabere vasıtalarının mükemmeliyeti, bu ciheti pek mükemmel bir hâle getirmiştir. Telgraflardan, radyolardan, ilmî ceridelerden ne kadar istifade olunabilir. Elverir ki, müslümanlar arasında hakikati araştıran bir ilmî heyet mevcut bulunsun.
458 -: Şunu da ilâve edelim ki, bugün icmaı ümmet, artık vücude gelmeyebilir. Vaktile müctehidîni izam, mütehaddis ve melhuz yüz binlerce meseleyi dermeyan ederek, hükümlerini beyan etmiş hangi meselelerde ittifakta ve hangi meselelerde ihtilâfta bulunmuş oldukları kitaplarımızda kayd ve tesbit edilmiş olduğundan artık bunların hakkında yeniden içtihada lüzum kalmamıştır. Son asırlarda ictihad kuvvetini, şeraitini hâiz âlimlerin yetişmez olması da ictihad vukuunu sekteye uğratmıştır. Bazı müctehidler bulunsa bile bunların reylerine ümmeti merhumenin-bugün ıttılaı, islâm âleminde matlûp teşkilât vücude getirilmediğinden ve lâubalîlikten dolayı kabil görülmeyebilir. Fakat bizim maksadımız, esasen icmam bir hücceti şer'iyye olduğunu ve bunun vaktile tahakkuk etmiş bulunduğunu söylemekten ibarettir. Bir şeyin bir zamanda ademi vuku ise o şeyin haddi zâtında cevazına, imkânına ve vaktile vukubulmuş olmasına münafi bulunamaz. Bilhassa âmmei müsliminin kabul etmiş olduğu bir esası artık kimsenin inkâr etmesine mahal kalmamıştır. [20]
3.Kısım
- İcmâ Tarikleri
- İcmâ'nın Ehli, Şartı ve İstinatgahı
- İcmâ'nın Mahiyeti
- İcmaın haddi zâtında kabil ve vaki olup olmaması :
- İcmaın tarikleri ve hükmü: