Ta'liklere Daîr Malûmat :
Ta'liklere Daîr Malûmat :
367-: Usulunca şart denilen talik, yâni: bir cümlenin mazmununun husulünü diğer bir cümlenin mazmununun husulüne rapt etmek, meselâ: bir kölenin azat olmasını şöyle bir harekette bulunmasına bağlamak, Hanefîyyeye göre ilk evvel iliyyeti men eder, buna hükmün memnuiyeti de bizzarure lâzım gelir. Şafiîyeye göre ise talik, doğrudan doğruya hükmü men eder. Şöyle ki: Eğer talik bulunmasaydı hüküm filhal sabit olurdu. Meselâ: bir kimse kölesine: «Sen filân yere gidersen azat ol» dese «Sfen filân yere gidersen» sözü bir şarttır. «Azat ol» sözü de bir cezadır. Bu iki cümleden ikincisinin husulü birincisinin husulüne muallâk bulunmuştur. Bu cümlei şartiyedeki «azat ol» sözü, ıtk hâdisesi için bir illettir. İşte bu cümledeki şart; Hanefîyyeye göre bu illetin tesirini men etmiştir. Bu şart tahakkuk etmedikçe «azat ol» sözü bir illet olarak ıtk hâdisesini vücude getiremez.
Şâfiîyeye göre ise bu şart, doğrudan doğruya ıtk hâdisesini men etmiştir. Yoksa «azat ol» sözünün illiyetini men etmiş değildir. Bu ihtilâfın semeresi aşağıdaki meselelerden tebarüz eder.
368 - : Hanefîyeye göre bir illetin zamanı vücudile şartın zamanı vücudu birdir. Şart vücut bulmadıkça illet, mevcut olamaz. Meselâ: «Filân yere gidersen azat ol» misâlimizde filân yere gidilmedikçe «azat ol» sözü bir illet olarak mün'akit olmuş olmaz. Ne vakit ö yere gidilirse o zaman «azat ol» sözü, bir illet olarak ıtk hâdisesini vücude getirir.
Şâfiîyeye göre ise illetin zamanı şartın vücude gelmesi zamanı değil, telâffuz olunması zamanıdır. Binaenaleyh «Filân yere gidersen azat ol» denildi mi «Sen azat ol» sözü, hemen bir illet olarak münakit olmu§ olur, yalnız tesiri şartın vücude gelmesi zamanında husule gelir.
Bu ihtilâfın semeresi şudur: talâk, ıtk gibi bir tasarrufu şer'îyi müstakbel bir mülke talik etmek Hanefîyece caiz, Şafiîyece caiz değildir. Çünkü bir tasarrufu şer'înin sıhhati için illetin inikadı zamanında mülkün, yâni: o tasarrufun taallûk edeceği mahallin mevcudiyeti bilittifak şarttır. Binaenaleyh bir kimse, meselâ: «filân kadını alırsam boş olsun» veya «Filânın §u kölesini satın alırsam azat olsun» dese o kadını veya o köleyi alınca Hanefîyeye göre talâk ve ıtk hâdiseleri vücude gelir. Şâfiîyeye göre ise vücude gelmez. Zira Hanefîyeye göre bu talikteki «boş olsun», «azat olsun» sözleri mezkûr şartların vücude gelmeleri ânında birer illet olarak münakit olur. Şartların vücude gelmelerile mülk, yâni: kadının nikâhına, kölenin rakabesine malikiyet hâsıl olmuş ve illetler bu mülkiyet zamanına müsadif bulunmuş olacağından artık bu illetler müessir olurlar.
Şâfiîyeye göre ise bu illetler, daha mülkiyet hâsıl olmadan, söylenildikleri anda münakit olmuş, bu inikat zamanında ise henüz mülkiyet bulunmamış olduğundan bu illetler, tesirsiz katmış olurlar.
369 - : Yukarıdaki ihtilâfın mebnası da şudur:
Şarta muallâk olan şey, Hanefîyece ika'dır. Meselâ: talâk, ıtk hâdiselerini vücude getirmektir. Şafiîlerce ise vukudur. Meselâ: bizzat talâk ve ıtk hâdiseleridir.
Hanefîyeye göre muallâk bişşart, ika1 olunca muallâk olduğu şartın vücudünden evvel mevcudiyeti mutasavver olamaz. Binaenaleyh muallâk bişşart şartın vücudünden evvel bir illet olarak münakit olamaz. Şafiîle-re göre ise muallâk bişşart, vuku olduğundan şartın vücudünden evvel lâfzın bir illet olarak inikadına bir mâni yoktur.
Buna cevaben deniliyor ki, bir kimse meselâ: kölesini azat etmeyeceğine yemin etmiş olduğu hâlde bilâhare onun azat olmasını bir şarta talik etse mücerret bu talik ile hanis olmaz. Eğer «azat ol» sözü, şartın vücudünden evvel bir illet olarak münakit olsa idi o kimse bu sözü söylemekle hanis olmak lâzım gelirdi. Halbuki hanis olmayacağında ittifak vardır.
Sonra: bir cümlei şartiyedeki ceza, kendi başına bir hüküm ifade etmez. Hüküm, şart ile cezanın heyeti mecmuası arasındadır. Meselâ: «Şöy le yaparsan azat ol» cümlei şartiyesinde yalnız «azat ol» sözünün bir hükmü yoktur ki bu talik, o hükmü men etsin. Bütün ehli lisan ile man-tıkıyyunun bu bapta ittifakları vardır.
370 -: Bir şart, diğer bir şart üzerine atıfsız olarak dahil olsa muahhar olan şart takdim edilir, ceza, ister muahhar olsun ister olmasın müsavidir.
Binaenaleyh «Filân eve gidersem, filân ile konuşursam kölem azat olsun» denilse bakılır: eğer evvelâ konuşulur, sonra da o eve gidilirse-ıtk vâki olur. Fakat evvelâ o eve gidilir, sonra da konuşulursa, ıtk vaki olmaz. Çünkü burada şartı mukaddem, ceza ile beraber şartı muahharın cezası bulunmuştur. Artık bu muahhar şart, vücude gelmedikçe o ceza vücude gelemez.
Kezalik : «Sen hürsün filân yere gidersen, filân ile konuşursan» denildiği takdirde de evvelâ konuşmak, sonra da o yere gitmek vukubul-madıkça ıtk tahakkuk etmez. Demek ki son şart, yeminin inikadının şartıdır. Mukaddem olan şart da bu yeminin inhilâlinin şartıdır. Artık mukaddem olan şart, evvelce vuku bulunca yeminin daha inikadından evvel vukubulmuş olacağından muteber olmayıp bununla ceza, tahakkuk etmez.
371 - : Bir şart diğer bir şart üzerine atf edilse, meselâ: «Filân yere gidersem ve filân ile konuşursam kölem azat olsun» denilse îmam Muhammed'e göre bu iki şart birlikte vukua gelmedikçe ceza olan ıtk tahakkuk etmez. Çünkü bu iki şart, bir şart mesabesindedir.
372 -: Bir şart, birbiri üzerine atf edilmiş olan cümleleri takip etse bunların hepsine munsarif olup hepsinin şartı bulunmuş olur. Bu şart, bu cümlelerden evvel zikredilse yine bunların hepsine munsarif bulunur,
Meselâ: bir kimse «Kölem azat olsun ve üzerime hac farz olsun eğer filân ile görüşür isem» yiyip de badehu onunla görüşse hem kölesi azat olur, hem de hac etmesi lâzım gelir.
373 -: Biri biri üzerine atf edilen cümleler, iki şart arasında bulunacak olsa ortadaki cümlei müteatıfe, birinci cümleye zam edilir. Son cümle de son şarta merbut bulunur. Tâ ki bu son şart mülga bulunmuş olmasın.
Meselâ : «Filân işim görülürse kölem azat olsun ve üzerime hac lâzım gelsin ve şu kadar gün oruç tutayım filân kimse gelirse» denilse kölenin azat olmasile haccın lüzumu o işin görülmesine, orucun tutulması da filân kimsenin gelmesine merbut bulunmuş olur.
374 - : Biribiri üzerine matuf cümlelerden yalnız birisi, bir şart üzerine takdim edilmiş olup diğer cümlelerden sonra başka bir şart zikredilecek olsa yalnız birinci cümle birinci şarta muallâk olup diğer cümleler de son şarta merbut bulunmuş olur. Meselâ: «Üzerime hac farz olsun filân kimse gelirse ve kölem azat olsun ve şu kadar gün rızayı hak için oruç tutayım filân işim görülürse» denilse yalnız haccm lüzumu filân kimsenin gelmesine muallâk olur. Diğer iki cümle de son şarta merbut olup onun cezasını teşkil eder.
375 - : Meşiyyeti bizce zahir olmayan bir zatın meşiyyetini zikr etmek, meselâ: inşallah veya inşaelmelek» demek, imam Ebu Yûsuf'e göre sözün hükmünü iptal eder. îmam Muhammed'e göre ise bu, sözün hükmü için bir talik olmuş olur. İmamı Âzam'm kavli de böyledir.
Binaenaleyh «Allahütealâ dilerse kölem azat olsun» denilse bununla köle azat olmaz. Çünkü bu, İmam Ebu Yûsuf e göre sözün hükmünü muptıldır. İmam Muhammed'e göre ise kölenin azat edilmesi, Allahtealâ' nın meşiyetine rapt edilmiştir. Biz isek bu meşiyete muttali' olamayız ki, bu itkin vukuuna hükm edebilelim.
Arapça olarak «in şaallâhü abdi hurrun = Allah dilerse kölem azattır» denilse bununla İmam Ebu Yûsüf'e göre ıtk vaki olmaz. Çünkü bu meşiyeti zikr» «abdi hürrün = kölem azattır» sözünün hükmünü iptal etmiştir. İmam Muhammed'e göre ise ıtk vaki olur. Zira «inşaallân» sözü bir taliktir. Fakat «abdi hürrün» sözünün evvelinde fai cezaiye bulunmadığından bu söz, o talike merbut değildir. Bu söz. şarta mukarin bulunmamış olacağından bununla filhal ıtk vücude gelir. [5]
367-: Usulunca şart denilen talik, yâni: bir cümlenin mazmununun husulünü diğer bir cümlenin mazmununun husulüne rapt etmek, meselâ: bir kölenin azat olmasını şöyle bir harekette bulunmasına bağlamak, Hanefîyyeye göre ilk evvel iliyyeti men eder, buna hükmün memnuiyeti de bizzarure lâzım gelir. Şafiîyeye göre ise talik, doğrudan doğruya hükmü men eder. Şöyle ki: Eğer talik bulunmasaydı hüküm filhal sabit olurdu. Meselâ: bir kimse kölesine: «Sen filân yere gidersen azat ol» dese «Sfen filân yere gidersen» sözü bir şarttır. «Azat ol» sözü de bir cezadır. Bu iki cümleden ikincisinin husulü birincisinin husulüne muallâk bulunmuştur. Bu cümlei şartiyedeki «azat ol» sözü, ıtk hâdisesi için bir illettir. İşte bu cümledeki şart; Hanefîyyeye göre bu illetin tesirini men etmiştir. Bu şart tahakkuk etmedikçe «azat ol» sözü bir illet olarak ıtk hâdisesini vücude getiremez.
Şâfiîyeye göre ise bu şart, doğrudan doğruya ıtk hâdisesini men etmiştir. Yoksa «azat ol» sözünün illiyetini men etmiş değildir. Bu ihtilâfın semeresi aşağıdaki meselelerden tebarüz eder.
368 - : Hanefîyeye göre bir illetin zamanı vücudile şartın zamanı vücudu birdir. Şart vücut bulmadıkça illet, mevcut olamaz. Meselâ: «Filân yere gidersen azat ol» misâlimizde filân yere gidilmedikçe «azat ol» sözü bir illet olarak mün'akit olmuş olmaz. Ne vakit ö yere gidilirse o zaman «azat ol» sözü, bir illet olarak ıtk hâdisesini vücude getirir.
Şâfiîyeye göre ise illetin zamanı şartın vücude gelmesi zamanı değil, telâffuz olunması zamanıdır. Binaenaleyh «Filân yere gidersen azat ol» denildi mi «Sen azat ol» sözü, hemen bir illet olarak münakit olmu§ olur, yalnız tesiri şartın vücude gelmesi zamanında husule gelir.
Bu ihtilâfın semeresi şudur: talâk, ıtk gibi bir tasarrufu şer'îyi müstakbel bir mülke talik etmek Hanefîyece caiz, Şafiîyece caiz değildir. Çünkü bir tasarrufu şer'înin sıhhati için illetin inikadı zamanında mülkün, yâni: o tasarrufun taallûk edeceği mahallin mevcudiyeti bilittifak şarttır. Binaenaleyh bir kimse, meselâ: «filân kadını alırsam boş olsun» veya «Filânın §u kölesini satın alırsam azat olsun» dese o kadını veya o köleyi alınca Hanefîyeye göre talâk ve ıtk hâdiseleri vücude gelir. Şâfiîyeye göre ise vücude gelmez. Zira Hanefîyeye göre bu talikteki «boş olsun», «azat olsun» sözleri mezkûr şartların vücude gelmeleri ânında birer illet olarak münakit olur. Şartların vücude gelmelerile mülk, yâni: kadının nikâhına, kölenin rakabesine malikiyet hâsıl olmuş ve illetler bu mülkiyet zamanına müsadif bulunmuş olacağından artık bu illetler müessir olurlar.
Şâfiîyeye göre ise bu illetler, daha mülkiyet hâsıl olmadan, söylenildikleri anda münakit olmuş, bu inikat zamanında ise henüz mülkiyet bulunmamış olduğundan bu illetler, tesirsiz katmış olurlar.
369 - : Yukarıdaki ihtilâfın mebnası da şudur:
Şarta muallâk olan şey, Hanefîyece ika'dır. Meselâ: talâk, ıtk hâdiselerini vücude getirmektir. Şafiîlerce ise vukudur. Meselâ: bizzat talâk ve ıtk hâdiseleridir.
Hanefîyeye göre muallâk bişşart, ika1 olunca muallâk olduğu şartın vücudünden evvel mevcudiyeti mutasavver olamaz. Binaenaleyh muallâk bişşart şartın vücudünden evvel bir illet olarak münakit olamaz. Şafiîle-re göre ise muallâk bişşart, vuku olduğundan şartın vücudünden evvel lâfzın bir illet olarak inikadına bir mâni yoktur.
Buna cevaben deniliyor ki, bir kimse meselâ: kölesini azat etmeyeceğine yemin etmiş olduğu hâlde bilâhare onun azat olmasını bir şarta talik etse mücerret bu talik ile hanis olmaz. Eğer «azat ol» sözü, şartın vücudünden evvel bir illet olarak münakit olsa idi o kimse bu sözü söylemekle hanis olmak lâzım gelirdi. Halbuki hanis olmayacağında ittifak vardır.
Sonra: bir cümlei şartiyedeki ceza, kendi başına bir hüküm ifade etmez. Hüküm, şart ile cezanın heyeti mecmuası arasındadır. Meselâ: «Şöy le yaparsan azat ol» cümlei şartiyesinde yalnız «azat ol» sözünün bir hükmü yoktur ki bu talik, o hükmü men etsin. Bütün ehli lisan ile man-tıkıyyunun bu bapta ittifakları vardır.
370 -: Bir şart, diğer bir şart üzerine atıfsız olarak dahil olsa muahhar olan şart takdim edilir, ceza, ister muahhar olsun ister olmasın müsavidir.
Binaenaleyh «Filân eve gidersem, filân ile konuşursam kölem azat olsun» denilse bakılır: eğer evvelâ konuşulur, sonra da o eve gidilirse-ıtk vâki olur. Fakat evvelâ o eve gidilir, sonra da konuşulursa, ıtk vaki olmaz. Çünkü burada şartı mukaddem, ceza ile beraber şartı muahharın cezası bulunmuştur. Artık bu muahhar şart, vücude gelmedikçe o ceza vücude gelemez.
Kezalik : «Sen hürsün filân yere gidersen, filân ile konuşursan» denildiği takdirde de evvelâ konuşmak, sonra da o yere gitmek vukubul-madıkça ıtk tahakkuk etmez. Demek ki son şart, yeminin inikadının şartıdır. Mukaddem olan şart da bu yeminin inhilâlinin şartıdır. Artık mukaddem olan şart, evvelce vuku bulunca yeminin daha inikadından evvel vukubulmuş olacağından muteber olmayıp bununla ceza, tahakkuk etmez.
371 - : Bir şart diğer bir şart üzerine atf edilse, meselâ: «Filân yere gidersem ve filân ile konuşursam kölem azat olsun» denilse îmam Muhammed'e göre bu iki şart birlikte vukua gelmedikçe ceza olan ıtk tahakkuk etmez. Çünkü bu iki şart, bir şart mesabesindedir.
372 -: Bir şart, birbiri üzerine atf edilmiş olan cümleleri takip etse bunların hepsine munsarif olup hepsinin şartı bulunmuş olur. Bu şart, bu cümlelerden evvel zikredilse yine bunların hepsine munsarif bulunur,
Meselâ: bir kimse «Kölem azat olsun ve üzerime hac farz olsun eğer filân ile görüşür isem» yiyip de badehu onunla görüşse hem kölesi azat olur, hem de hac etmesi lâzım gelir.
373 -: Biri biri üzerine atf edilen cümleler, iki şart arasında bulunacak olsa ortadaki cümlei müteatıfe, birinci cümleye zam edilir. Son cümle de son şarta merbut bulunur. Tâ ki bu son şart mülga bulunmuş olmasın.
Meselâ : «Filân işim görülürse kölem azat olsun ve üzerime hac lâzım gelsin ve şu kadar gün oruç tutayım filân kimse gelirse» denilse kölenin azat olmasile haccın lüzumu o işin görülmesine, orucun tutulması da filân kimsenin gelmesine merbut bulunmuş olur.
374 - : Biribiri üzerine matuf cümlelerden yalnız birisi, bir şart üzerine takdim edilmiş olup diğer cümlelerden sonra başka bir şart zikredilecek olsa yalnız birinci cümle birinci şarta muallâk olup diğer cümleler de son şarta merbut bulunmuş olur. Meselâ: «Üzerime hac farz olsun filân kimse gelirse ve kölem azat olsun ve şu kadar gün rızayı hak için oruç tutayım filân işim görülürse» denilse yalnız haccm lüzumu filân kimsenin gelmesine muallâk olur. Diğer iki cümle de son şarta merbut olup onun cezasını teşkil eder.
375 - : Meşiyyeti bizce zahir olmayan bir zatın meşiyyetini zikr etmek, meselâ: inşallah veya inşaelmelek» demek, imam Ebu Yûsuf'e göre sözün hükmünü iptal eder. îmam Muhammed'e göre ise bu, sözün hükmü için bir talik olmuş olur. İmamı Âzam'm kavli de böyledir.
Binaenaleyh «Allahütealâ dilerse kölem azat olsun» denilse bununla köle azat olmaz. Çünkü bu, İmam Ebu Yûsuf e göre sözün hükmünü muptıldır. İmam Muhammed'e göre ise kölenin azat edilmesi, Allahtealâ' nın meşiyetine rapt edilmiştir. Biz isek bu meşiyete muttali' olamayız ki, bu itkin vukuuna hükm edebilelim.
Arapça olarak «in şaallâhü abdi hurrun = Allah dilerse kölem azattır» denilse bununla İmam Ebu Yûsüf'e göre ıtk vaki olmaz. Çünkü bu meşiyeti zikr» «abdi hürrün = kölem azattır» sözünün hükmünü iptal etmiştir. İmam Muhammed'e göre ise ıtk vaki olur. Zira «inşaallân» sözü bir taliktir. Fakat «abdi hürrün» sözünün evvelinde fai cezaiye bulunmadığından bu söz, o talike merbut değildir. Bu söz. şarta mukarin bulunmamış olacağından bununla filhal ıtk vücude gelir. [5]
1.Kısım
- Beyanın Nevileri :
- Fâstd İstidlaller :
- İstisnalara Dair Mâlumat
- Mânî Harflerle Zarflara Dair Malûmat :
- Nesha Dair Malumat :
- Ta'liklere Daîr Malûmat :