Nesha Dair Malumat :

Nesha Dair Malumat :


352 -: Nesh, aklen ve naklen caiz ve haddi zâtında vakîdir. Şöyle ki: Allahütealâ Hazretleri kulları hakkında dilediği gibi tasarruf edebi­lir, kullarını bir zaman bir hükme, diğer bir zaman da başka bir hükme tâbi tutabilir, buna kimsenin itiraza hakkı yoktur. Maahaza Allahütealâ hakimdir, rahimdir, kullarının faideleri için bazı hükümlerini tebdil bu­yurmasına ne mâni vardır? Zamanların, mizaçların ihtilâfile ilâçlar ihti­lâf edeceği gibi vakitlerin ihtilâfı ile insanların maslahatları değişebilir, îşte bundan dolayı bazı hükümlerde tebdilât vukuu, aklen caiz ve hik­mete muvafıktır.

Nesh, naklen de caiz ve sabittir. Nitekim evvelki peygamberlere ait şeriatler bilâhare nesh edilmiştir. Ezcümle Hazreti Âdem'in zamanında kız kardeşle evlenmek caiz iken bilâhare diğer şeriatlerde bu baptaki ce­vaz nesh edilmiştir.

Kezalik: Hazreti Yâkup zamanında iki kız kardeşi nikâhta cem et­mek caiz iken, bu şeriati islâmiyede mensuh bulunmuştur.

353 -: Ebu Müslim, şerayii saüfede nesh vukuuna kail değildir. Ona göre bu şeriatler zaten muvakkat idi, artık onlar Öyle muvakkat olunca muahhar bir şeriate nasih denilemez. Fakat cumhuru ulema, ev­velki şeriatlerin sarahaten muvakkat olduğunu teslim etmemektedirler. Bu şeriatler mutlak olduğu hâlde bilâhare nesh edilmiştir.

354 - : îsevîler, neshi kabul ettikleri hâlde Museviler, kabul etme­mektedirler. Bunların iddialarına nazaran eğer nesh vâki olsa bundan dolayı beda, yâni: şariî mübinin —hâşâ-cehli lâzım gelir, evvelki hük­münden bilâhare zuhur eden ve kendisince evvelce malûm bulunmayan bir maslahattan dolayı vazgeçmiş olur. Bu ise Şairiî Alîm hakkında mu­tasavver değildir. Görülüyor ki, Museviler, neshin mahiyetini hakkile an­lamış bulunmuyorlar.

Nesh, haddi zâtında Haktealâ'ya nazaran bir hükmün nihayet bul­duğunu beyandan ibarettir. O hüküm zaten ilmi ilâhîde muvakkat bu­lunmuştur, zamanı gelince mükelleflere ilâm edilmiş oluyor, mükellefle­re nazaran bir ref ve tebdilden ibaret olan nesh, Şariî Mübine nazaran muvakkat bir zamanın nihayet bulduğunu beyandan başka değildir, ar­tık bundan dolayı nedşn beda, cehil lâzım gelsin?.

355 - : Neshin mahalli, yâni: kendisinde nesh carî olabilecek şey, kendisine tevkıt ve tebit lâhık olmayan bir hükmü şer'iî fer'îden ibaret­tir. Bu hâlde maziye, hâle, istikbale ait bir haberde nesh carî olmaz. Çünkü böyle bir nesh, yâ kizbi veya cehli müstelzim olur.

Kezalik: itikada müteallik şer'î hükümlerde nesh câri değildir. Zi­ra bunlar, zaman ile değişmez, birer sabit hakikattir. Meselâ: sıfatı ilâhi­ye kadimdir, bunlarda nesh mutasavver değildir. Ve iman bir vecibedir, bunda da nesh câri olamaz.

Kezalik: hissî veya aklî olan hükümlerde nesh tasavvur olunamaz. Çünkü bunların mahiyetleri zaman ile tebeddül etmez. Meselâ: «Ateş ya­kıcıdır. Bir malûl, illetinden mukaddem mevcut olamaz.» hükümlerinde nesh câri değildir.

Kezalik: buyurulmuştur. Cihad hakkındaki hü­küm, kıyamete kadar devam ile tevkit edilmiştir. Artık bunda da nesh câri olamaz.

Tevkıt veya te'bit, hükmün değil de mahkûmun bihin kaydi bulu­nursa onda nesh cereyan edip etmeyeceğinde ihtilâf olunmuştur. Cum­hura göre bunda nesh câri olabiür. ebediyen oruç tutunuz) denilmesi gibi.

356 -: Neshin şartı, nasihin ya kitap veya sünnet olmasıdır ve na­sih olan şer'î delilin mensuh olan hükmü şer'îden müterahî -muahhar bulunmasıdır.

Şöyle ki: kıyas ile, icma ile bir şer'î hüküm nesh edilemez. Çünkü nesh, yalnız Resuîüekrem'in hayatında vâki olabilirdi, onun hayatında ise nesh, kıyas ile veya icma ile değil, ancak kendisinin beyanatüe ma­lûm olabilirdi. Bir de kıyaa, bir delili zannîdir, nass ile sabit bir hükmü nesh edemez. îcma ise zamanı nebevide câri olamazdı, dinî hususlarda bizzat kendisine müracaat edilirdi, kendisinin beyanatı hilâfına bir icma vukuu tasavvur olunamazdı. îcma, Resulüekrem'in reyinin dûnün-dedir. Resulüllâhm münferiden beyanatı kâfidir. Îcma, hayatı nebevide bir hüccet olamazdı. Zamanı Nebeviden sonra ise nesh câri olamaz ki, icma ile vâki olabilsin.

Velhâsıl: kıyas ile icma, ne nasih ve ne de mensuh olamaz. Kıyas, haddi zâtında muzhir olduğundan hakikatte nasih ve mensuh, makısün aleyh olan nas olmak lâzım gelir. Bu cihetledir ki, «mensuh bir hüküm­den istihraç olunan bir kıyas bilittifak mensuhtur» denilir. Zira asıl men­suh olunca fer'in hükmü kalmaz.

Maamafih icma ile nesh vukuuna kail olanlar da vardır. Fakat bir hükmün mensuhiyeti hakkında icma vukuu bilittifak caizdir. Bu men-suhiyet, başka bir şer'î delile müstenit bulunur, icma ise bu delilin mev­cudiyeti hakkında münakit olmuş olur.

357 -; Kitap kitap ile, sünnet sünnet ile ve sünnet kitap ile, ki­tapta mütevatir veya meşhur sünnet ile nesh edilmiş olabilir. Haberi ahad kabilinden olan bir sünnet ile ne kitap, ne de mütevatir veya meş­hur bir sünnet nesh edilemez, belki kendisi gibi bir haberi vahid nesh edilebilir.

Meselâ: âyeti celilesile ebeveyne, ak­rabaya marazı mevt zamanında vasiyette bulunulması farz kılınmıştı. Sonra bu hüküm: âyeti kerimesile nesh edilmiştir.

Kezalik: Resulüekrem, sallâllâhü aleyhi vesellem efendimiz, evvelce kabirleri ziyaretten men buyurmuşlardı. Sonra bumı: hadisi gerifile nesh buyurmuşlardır.

Kezalik : Resulüekrem Efendimiz, Medineimünevvere'ye hicret bu­yurduklarından sonra bir müddet beyti mukaddese müteveccihen namaz kılmışlardı. Bu, bir sünneti fiiliye idi. Sonra bu sünnet: (âyeti celilesile nesh olunmuştur.

Kezalik: Fahriâlem Efendimize dokuz zevceden maadası helâl ol­mayacağı: âyeti kerimesile beyan buyurulmuştu. Bilâhare Resulüekrem'e dilediği kadar zevce edinmenin mubah buyurul-duğu Resulüliâhtan rivayet olunmuştur. Hattâ Hazreti Âişe'nin; dediği mervîdir. Bu hâlde ki­tap ile sabit olan bir memnuiyet hükmü, sünnet ile nesh edilmiş olur.

358 -: Yukarıda yazılan dört kısım nesh, Hanefîlere göredir. Şafiî-ler, son iki kısma kail değildirler. Onlara göre kitap ile sünnet nesh edi­lirse hakkı risalette ta'nı mucip olur. Sünnet ile kitap nesh olunursa zayıf ile kavinin tebdili lâzım gelir. Cevaben deniliyor ki: bâtıl bir ta'na itibar yoktur. Sünnet dahi vahyi ilâhî olmakla kavidir.

Sahihi Müslim şerhi de denildiği veçhile nesh, madem ki, bir hükmün hitamı müddetini beyandan ibarettir, o hâlde kitapta mez­kûr bir hükmün hitamı müddetini Resulüekrem dahi beyan edebilir. O, zaten ahkâmı ilâhiyeyi mübeyyin olarak ba's buyurulmuştur. Maahaza sünnet ile kitabın nesh edilmesinde Resulüekrem'in menzilesini i'lâ ve sünnete tazim vardır. Şu kadar var ki sünnet ile nesh, kitabın yalnız hükmünde câri olur, nazmında câri olamaz. Sünnet ile kitabın nazmını tebdil ve izale caiz değildir. Bilâkis Resulüllâhm lisanile beyan buyurul-muş bir hükmü şer'înin müddetini Allahtelâ'nm kitabile beyan buyur­ması da mümkindir. Çünkü kitabın nazmı da münzeî olduğundan bu­nunla sünnet üzerine ziyade câri olabilir.

360 -: Kitabullahta vukubulan neshler şu dört kısma ayrılmış­tır:

(1) : Hem tilâveti, hem de hükmü mensuh olan âyetler. Nitekim kü-tübi saüfenin neshi bu kabildendir. Bunlar, ya hafızalardan silinmek ve­ya âlimlerin ölmeleri suretüe nesh edilmiştir. Hattâ rivayete göre Ah-zab sûrei celîlesinin âyetleri Bakara sûrei celîlesine müsavi iken bilâha-ra bazılarının hükmile beraber tilâvetleri de nesh olunmuştur. Fakat bu nesh, Resulullahın zamanı hayatına mahsustur, ahirete irtihallerinden sonra artık böyle bir nesh asla caiz değildir. Hiçbir âyeti kerime hakkın­da nisyan ve terki tilâvetle mehcuriyet tasavvur olunamaz.

- Kur'anı şüphesiz biz indirdik, onu muhafaza da şüphe yok ki, biz edeceğiz.) âyeti kerimesi bunu natıktır.

(2) : Tilâveti mensuh olmayıp yalnız hükmü mensuh olan âyetler. Nitekim zaniyelerin lisan ile iza ve hanelerinde haps edilmeleri hakkın­daki âyeti çenenin hükmü nesh edilip tilâveti baki kalmıştır. Bu tilâve­tin de ayrıca hükümleri vardır. Bunun teberrüken okunması bununla na­mazın cevazı, bununla sabık hükmün bilinmesi ve ümmet hakkında bir nimeti ilâhiye olarak kolaylık gösterildiğini ilâm bu cümledendir.

(3) : Hükmü baki kalıp yalnız tilâveti nesh edilen âyetler. Hazreti Ömer'den rivayet edildiğine nazaran:

-ihtiyar erkek ve kadın zinada bulunurlarsa ikisini de Haktealâ tara­fından bir azap olarak recm ediniz.) kavli şerifi, bir âyeti celile iken ba­dehu hükmü ipka edilip tilâveti nesh olunmuştur. Bunların, haklarında ise recm hükmü bakidir. Maamafih Ebu Abdillah ibni Zafer adındaki tefsirinde bunun mensuh bir âyet olduğunu inkâr etmiştir. Çünkü haberi vahid ile bir şeyin Kur'andan olduğu ispat edilemez.

Kezalik : îbni Mes'ud (radıyallâhü anh)m mushafmda olan âyeti kelimesindeki «mütetabiat» kavli şerifi gibi ki, bu­nun nazmı mensuh ise de hükmü bakîdir. Keffareti yeminden dolayı tu­tulacak üç günlük oruçta tetabi, tevali lâzımdır.

Yalnız tilâvetin mensuhiyetindeki hikmet, ümmeti merhumenin em­ri ilâhiye ne derecelerde imtisal gösterdiğini izhardan vesaireden ibaret­tir. Çünkü tilâvet olunan bir nas bulunmadığı hâlde onun mücerret ri­vayet edilen hükmüne imtisal edilmesi, ümmeti merhumenin hakka iba­det ve taat hususundaki mükemmeliyetini, yüksek diyanetini ibraz eder. (4): Asıl hükmü baki olduğu hâlde bir vasfı mensuh olan âyetlerdir. Meselâ: aşura orucunun farziyeti nesh edildiği «hâlde cevazı mendup ola­rak kalmıştır. İşte bunda asıl hüküm ki oruçtur, o nesh edilmeyip onun vasfı olan farâyyet nesh edilmiştir.

Kezalik: nas üzerine ziyade bu kabildendir. Çünkü bu ziyade Hane-fîlerce nesh sayılır. Meselâ: keffareti yemin için mutlaka rakabe azat etmenin kifayet edeceği nas ile sabittir. İmdi bu rakabe, mümin olmak­la takyit edilirse ziyade alennas kabilinden olarak bir nesh mahiyetinde bulunur. Nitekim Şafiîler bu takyide kail bulunmuşlardır. Maahaza Şafiî-lerce bu takyid, bu ziyade alennas, bir nesh değil, bir tahsistir.

361 -: Nasih, mensuhtan ya daha hafif veya mensuha müsavi ve­ya mensuhtan daha meşakkatli olur. Meselâ: bir zaman ramazan şerif gecelerinde uyuduktan sonra yiyip içmek, zevceye tekarrüp etmek mem­nu idi. Sonra bunlar fecre kadar mubah oldu. İşte burada nasih, men­suhtan ehaftır.

Kezalik: bir zaman Mescidi aksaya doğru namaz kılınırdı, sonra Kâbei Muazzama'ya doğru kılınması emr olundu. Bunda da nasih, men­suha müsavidir.

Bidayeti islâmda oruç ile mükellef olanlar, oruç tutmak^ile fidye vermek beyninde muhayyer idiler. Sonra oruç tutmaya muktedir olan­lar için herhalde oruç tutmaları farz oldu. Bunda da nasih, mensuhtan daha meşakkatlidir.

«Şafiîlere göre nasih, mensuhtan eşed olamaz. biz herhangi bir âyeti nesh eder veya unutturur isek ondan hayırlısını veya onun gibisini getiririz.) âyeti kerimesi, buna de­lildir.

Buna cevaben deniliyor ki : hayriyyet başka, eşeddiyet başkadır.

Bir şey daha meşakkatli olduğu hâlde daha hayırlı, daha faydalı olabi­lir. Nitekim: amellerin en faziletlisi, en şiddetlisi, en güç olanıdır.) buyurulmuştur.

362 -: Bir hükmün nasih veya mensuh olduğu, ya Resulüekrem'in beyanile veya sahabei kiramın tensısüe veya iki müteariz delilin nüzul veya vürud tarihlerile veya hakkında bir icma vukuile malûm olur.

Meselâ: Kabirleri ziyaret hakkındaki memnuiyetin nesh edildiği, Resulüekrem'in kabirleri ziyaretten sizi men-etmiş idim, badema ziyaret ediniz. Çünkü o, ölümü hatırlatır.) kavli şç-rifile bilinmiştir.

Kezalik : bidayeti islâmda nutfenin gelmesinden toplayı yıkanılıp yı-kanılmaması hususunda bir ruhsat vardı. Sonra bu ruhsat nesh olunup -şehvetle gelen bir nutfeden dolayı yıkanmak -bir âyeti celile ile farz olmuştur. İşte sahabei kiramdan Übeyyibni Kâ'bın nutfenin gelmesinden dolayı yıkanmak müs-lümanlığın başlangıcında bir ruhsat idi, sonra yıkanılmasile emr olun­muştur.) kavli, bu nasihiyyeti ifade etmektedir.

Kezalik : Şeddadin rivayetine göre hacamat yapamn ve yaptıranın oruçları bozulur. îbni Abbas'ın rivayetine göre ise Resulü Ekrem Efen­dimiz oruçlu olduğu hâlde kan aldırmıştır. Şeddadin rivayetinde istinat ettiği hadis, fetih senesinde varid olmuştur. İbni Abbas'ın şahid olduğu sünneti filiyye ise Haccetülveda senesindedir. Binaenaleyh muahhar olan bu sünneti filiyye ile mukaddem bulunan hadisin nesh edildiği an­laşılmaktadır.

Kezalik : dördüncü defa olarak şarap içenin katli hakkındaki bir hükmün, bir emrin mensuh olduğu icmaın delâletile bilinmiştir. Yâni bu hükmün hilafı hakkında muahhar bir hükmü şer'î bulunduğuna ic­ma, şehadet etmektedir.

363 -: Bir âyetin, bir hükmün nasih veya mensuh olduğunu ta­yin hususunda rey ve içtihat ile hareket olunamaz. Bu ancak sahih bir nakl ile, bir tarih ile bilinir. Bir kısım müfessirler, müellifler, nasih ile mensuhun adedini pek çok göstermiş, bunlara dair müteaddit kitaplar yazmışlardır. Fakat Fahri Razî gibi müdekkik müfessirler, âlimler, haki­katen nasih ile mensuh olan âyetleri tayine muvaffak olmuş, bunların Öyle zan edildiği kadar çok olmadığını ispat etmişlerdir.

İmam Süyutînin «İtkan» uıda yazdığına göre bunların adedi nihayet yirmi veya yirmi birden ibarettir. Aralarını telif kabil, beyinlerinde bir muaraza gayri zahir olan bir kısım âyetleri, hükümleri nasihiyetle, men-suhiyetle yad etmek, sathî düşüncelerden ileri gelmiş bulunmaktadır. [3]