Dal Bil'îbake, Bil'işare, Bîddelâte Ve Bil'îktîzanın Mahiyetleri Ve Hükümler :
Dal Bil'îbake, Bil'işare, Bîddelâte Ve Bil'îktîzanın Mahiyetleri Ve Hükümler :
330 -: Dal bilibare, mütekellim tarafından sevk olunduğu mânâya ibaresüe ve üç nevi delâletten birüe, yâni: ya delâleti mutabikiye ile veya delâleti tazammuniye ile veya delâleti iltizamiye ile delâlet eden sözdür.
Meselâ: «İnsan mükellef bir mahluktur» denilse insan lâfzı, ibaresile ve delâleti mutabikiye ile zîhayat, melekei nutka mâlik bir mahlûka delâlet etmiş olur. Çünkü insanın vaz olunduğu mânânın tamamı bundan ibarettir. İnsan lâfzının yalnız zîhayata ve yalnız melekei nutkiye sahibine delâleti ise bir delâleti tazammüniyedir. Zira insanın mahiyeti bunları tazammun eder, bunlar insanın -mahiyetinden birer cüzüdür. İnsan lâfzının ilme, san'ata, kitabete kabiliyetli bir mahlûka delâleti ise bir delâleti iltizamı yedir. Zira insan için bu kabiliyetle ittisaf bir lâzimei fıtrattir.
Bu esasa bir meselei hukukiye tatbik edelim, şöyle ki: farz edelim bir efendinin Bekir, Beşir, Amr adında üç kölesi var. Bekir, efendisine müracaatla «Arkadaşım Beşiri azat et» demekle efendisi: «Benim her kölem azat olsun» dese bu söz. Beşirin azat olmasını ibaresile ve delâleti tazammuniye ile ifade etmiş olur. Çünkü bu söz asıl Beşir'in azat edilmesi hakkında sevk edilmiştir. Maahaza Bekir ile Âmr da bu sözün işa-retile azat edilmiş olurlar. Zira bu sözde bir umumiyet vardır, her edatı umumunu haizdir.
331 -: Dal bilibarenin hükmü; medlulünü kat'î surette ifade etmektir. Bunun medlulünde bir kat'iyet vardır, zanni bir delîl, meselâ: kıyas buna muarız olamaz. Bunun hükmünü zannî bir delîl çürütemez. Ve bunun hakkında elfazı umumiyeden olunca umumiyet sabit ve tahsis ihtimali carî olur. nazmı celilinde olduğu gibi. (284) üncü meseleye müracaat!.
332 -: Dal bilişare, mütekellimce maksudu aslî olmayan, mâsika leh bulunmayan bir mânâya üç nevi delâletten binle delâlet eden sözdür.
Meselâ: dal bilibarede yazdığımız köle meselesinde mütekellimin şevki kelâmda asıl maksadı, yalnız azat edilmesi istenilen kölenin azat olmasıdır. Fakat «Her kölem azat olsun» diye vukubulan sözü, umuma delâlet eden her edatını hâvi olduğundan onun sair köleleri de bu sözün bil'işare delâleti tazammuniyesile azat olmuş olur.
Kezalik: nazmı celili zevce nafakasının zevç üzerine lâzımgeleceğini bilibare delâletile ifade ettiği gibi nesebin baba tarafından sübutünü de bilişare delâleti iltizamiye ile müfit bulunmaktadır. Çünkü bu nazmı mübin, asıl nesebi beyan için sevk edilmemiştir. Belki nafakayı zevcin tahammül edeceğini beyan için sevk edilmiştir. Fakat zevç için «mevlûdün leh» denilmekle bu ihtisas ifade eden tâbir, nesebin zevce mahsus olduğunu, ondan sabit bulunduğunu bitarikillüzum ifade etmiş bulunmaktadır.
333 -: Dal bilişare de medlulünü kat'î surette ifade eder. Buna delili zannî muarız olamaz ve kendisi için bazan umumiyet sabit olduğundan hakkında tahsis carî olabilir. Meselâ: çocuğun nesebi, mevlûdü leh için sabit olunca onun malinin de mevlûdün leh için sabit olması, bilişare anlaşılmış gibi olur. Fakat bundan çocuğun memlûkesi müstesnadır", bu mevlûdün leh olan babası için bir mülk olarak sabit olamaz. Mevlûdün lehin, bu memlûkeyi istifraş etmesi caiz değildir, işte bu cihet o umumdan tahsis edilmig bulunmaktadır.
334 -: Dal bilibare ile dal bilişare arasında tearuz görülse dal bilibare tercih olunur. Çünkü şevki kelâmdan asıl maksat olan, dal bili-baredir.
Meselâ: hadisi şerifi, kadınların ayda on beş gün hayiz göreceklerine işaretile delâlet etmektedir. Çünkü şatrı denir, onların hayatlarının yarısı demektir. Onların böyle bir müddet namaz kılmaksızm, oruç tutmaksızın evlerinde oturup durmaları, bu müddetlerinin hayiz ile geçeceğini gösterir. Binaenaleyh îma-mı Şafiî Hazretleri bu hadise nazaran hayzin on beş gün devam edeceğine kail olmuştur. Halbuki diğer bir hadisi şerifte buyurulmuştur. Bu hadisi şerif, hayzin ekserisinin on gün olacağına ibaresile delâlet ediyor. Binaenaleyh bu, bilişare delâlet eden evvelki hadise tercih olunur. îşte Hanefîye de bu ikinci hadise temessük etmekte bulunmuştur.
335 -: Dal biddelâleye gelince, bu da: mevzuunun aynine veya cüzüne değil, mevzuunun mânâyi mutabikisinin lâzımına lûgaten anlaşman illeti hükmü ile delâlet eden lâfızdır. Meselâ: âyeti kerimesi, ana baba hakkında demenin memnuiyetine bilibare delâlet ettiği gibi onlara darp ve şetmin memnuiyetini de ayni illeti hükümden dolayı delâletile ifade etmektedir. Çünkü öf demek, haramdır. Bu hürmetin illeti, menatı hükmü ise ezadır, izhari şeamettir. Öf demek ebeveyn hakkında bir ezadır, onların kalplerini rencide etmeğe sebeptir. Bu illet ise darp ve şetmde maaziyadetin mevcuttur.. Bu illet, lûgaten münfehim olan bir şeydir. Herkes rey ve içtihada muhtaç olmaksızın bilir ki, öf demek bir ezadır. Binaenaleyh bu âyeti kerimenin ibaresinden öf deme1 nin hürmeti anlaşılınca ayni illete mebni bunun delâletinden de darp ve şetmin hürmeti anlaşılmış, sabit olmuş olur.
336 - : Dal bîldelâlenin hükmüne gelince, bu da medlulünde kat'i-yet ifade eder, Racih olan kavil budur. Bunun zan ifade edeceği hakkındaki kavil ise mercuhtur. Maamafih delâleti nas, dal bilişareden za-iftir. Aralarında tearuz görülürse dal bilişare tercih olunur. Zira dal bilişare, asıl lâfzın mânâsile sabit olur, delâleti nas ile sabit olan mânâ ise,. mânânın mânâsıdır, lâfızdan değil, mânâdan münfehimdir.
Meselâ: bir mümini hataen Öldüren kimse hakkında keffaret lâzım gelir: âyeti kerimesi bunu natıktır. O hâlde bir mümini âmden öldüren kimse hakkında da kefaret lâzım gelir mi? Bu âyeti kerime, delâleti nas suretile bu kefaretin lüzumu na delâlet eder. İşte îmamı Şafiî bucihetle âmden katilden dolayı da kefaretin lâzım geleceğine kail olmuştur.
Fakat Hanefîyece âmden katilden dolayı .kefaret lâzım gelmez. Çünkü âveti kerimesi bu kefaretin ademi lüzumuna dal biî'işare tarikile beyan ediyor. Çünkü bu katlin uhrevî cezası, cehennem azabıdır. Bu, bu hususta tam bir cezadır. Artık kefarete mahal yoktur. Bu ikinci âyeti kerime ise buna dal bilişare suretile delâlet ettiğinden delâleti nas kabilinden olan evvelki âyeti edilenin delâletine tercih olunur.
337 -: Delâleti nas da kıyasa racihtir. Çünkü delâleti nasda illeti hüküm, menatı hüküm, rey ve içtihada mütevakkıf olmayıp lûgaten münfehint olduğu için bu, rey ve içtihada müstenit olan kıyastan kuvvetlidir. Kıyas ile sabit olmayan hudut ve kefarat gibi şeyler, nassın bu kabil delâletile de sabit olur. Binaenaleyh dal biddelâleyi kıyası celî kabilinden saymak doğru olamaz. Maamafih buna kail olanlar da vardır.
338 - : Dal biddelâle, İmamı Şafiîye göre kıyası celî kabilindendir. Çünkü bunda da asıl ile fer'i arası bir illet sebebile cem edilmiş ve bu suretle fer', asle ilhak olunmuş olur. Meselâ: ebeveyne öf demenin hür-metindeki illet, ezâ*dır. Bu illet, darp ve şetmde de maaziyadetin mevcuttur. Binaenaleyh darp ve şetm, hürmet hususunda öf demeğe ilhak edilmiştir.
Buna karşı Hanefiye tarafından deniliyor ki, delâleti nas ile kıyesi celî arasında fark vardır. Bunları bir saymak şu beş veçhile doğru değildir.
(1) : Delâleti nasda mensus, bazı kere fer'den cüz olur. Yâni: mânâyı mutabıkı, mânâyı lâziminin cüzü bulunur. Kıyaslarda ise fer', daima mensustan cüz olur. Diğer bir tâbir ile fer', asıldan büyük, kuvvetli değil, ondan küçük ve zayıf bulunur.
Meselâ: bir kimseden yüz kuruş isteyen bir şahsa o kimse: «Ben sana bir kuruş vermem» dese delâleti nas yoliîe ona yüz kuruşu da ver-, meyeceğini söylemiş olur. «Bir kuruş vermem» sözü asıldır ve fer', olan «yüz kuruş vermem» mefhumundan- küçüktür. Kıyasta ise asıl, daima fer'den büyük ve kuvvetli olur.
(2) : Delâleti nas, kıyastan evvel sabittir. Bütün insanlar arasında otedenberi delâleti nas cari ve malûmdur. Halbuki kıyas bir içtihat neticesi olup şeriatlerde zahir olmuştur.
(3) : Delâleti nasdaki illet, menatı hüküm, lûgaten münfehimdir, bunu herkes anlayabilir. Kıyasta ise menatı hüküm, ancak içtihat ile "ir takım şer'î mukaddimeler ile anlaşılabilir.
(4) : Delâleti nasda fer* asıldan yâ âlâdır veya ona müsavidir, Ki- ise fer', asıldan ednadır. Meselâ: ebeveyne Öf demek memnu olun-
Ve şetm de delâleti nas ile memnu bulunmuş olur. Fer' olan darp ve §etm ise asi olan Öf demekten âlâdır, onun fevkindedir.
Kezalik: bir cinayeti irtikâp eden şahıs için «bu cinayetinden dolayi bir köle azat edeceksin» diye şarii mübin tarafından emredilmiş olsa bu cinayeti irtikâp edecek sair kimseler hakkında da bu cezanın lüzumu delâleti nas ile sabit olur. Burada ise asi İle fer'i, yâni: o şahsın asi olan cinayeti ile sair kimselerin fer' olan aynı mahiyetteki cinayetleri biri birine müsavidir. Kıyasta ise fer', daima asıldan aşağı bulunur.
(5) : Delâleti nas ile sabit olan mânâ, yâni: illet, tahsis edilemez. Meselâ öf demenin memnuiyeti, eza illetinden dolayıdır. Bu eza tahsis edilerek bazı hususlarda ezanın haram olmaktan çıkarılması caiz olamaz. Bunda ittifak vardır. Fakat bu caiz olmamanın neden ileri geldiğinde ihtilâf olunmuştur.
Bazı zatlara göre, tahsis, umumî lâfızlarda caridir. Delâleti nas ise mânâ ile sabittir. Lâfız kabilinden değildir ki, kendisinde tahsis carî olsun.
Buna itiraz edilerek deniliyor ki: umumiyet, lâfızlara münhasır değildir, mânâlarda da mevcut olabilir. Bolluk, ucuzluk gibi sözlerdeki umumiyet, mânâlarında caridir. Tahsis ise umumun fer'idir. Bu cihetle mânâda da tahsis cari olabilir.
Bu muteriz zatlara göre delâleti nas ile sabit olan illette tahsisin ademi cereyanı. Bu umumiyet bakımından değildir. Belki nassm mânâsı, bir kere hükme illet olarak sabit olunca artık o mânânın bazı hâllerde illet olmaması mümkün olamaz. îşte bu itibar ile mezkûr illette tahsis kabil değildir.
239 -: Dal biliktiza: bir lâfızdır ki, vaz olunduğu mânânın şer'an muteber olması için bu mânâdan mukaddem isbatma şer'an lüzum ve ihtiyaç görülen bir medlule delâlet eder. Şayet böyle.bir lâzımı mütekad-dim bulunmazsa o lâfzın aklen muteber bir mânâsı bulunsa da şer'an muteber bir mânâsı bulunamaz, bir muteber hüküm ifade edemez. Meselâ: bir kimse zevcesine «sen-benden mutallakasm/dese bu sosun şer'an muteber olması için onu boşamış olması iktiza eder. Âdeta «ben seni tat-lik etmişimdir, bu cihetle sen mutallakasm» denilmiş olur.
İşte «sen benden mutallakasm» sözünün «seni tatük etmişimdir» sözüne delâleti bitarikiliktizadır. «Seni tatlik etmişimdir» sözü bir lâzımı mütekaddimdir. Eğer bu mukaddem lâzım bulunmasaydı «sen benden mutallakasm» sözü, hilafı vaki olacağından şer'an muteber olmamak lâzım gelirdi.
340 -: Dal biliktizada umumiyet yoktur. Bu, Hanefîyeye göre bi-lâ umum sabit olur. Meselâ: yukarıdaki misâlde «sen benden mutallakasm» sözile bir talâk vaki olur. Çünkü bunun muktezası: «Ben seni tatlik ettim, sen talâk ile muttasif oldun» sözüdür. Bunda ise umum yoktur. Binaenaleyh zevç, «sen mutallakasm sözile üç talâka niyet etmiş olsa da yine bir talâk vaki olmuş olur. îktizaî bir mânâ, tashihi kelâm için bizzarure sabit olur. Zaruret ise mânâyı iktizamın tahtında bulunan efraddan yalnız birinin bulunmasile bertaraf olur. Artık sözü tashih için o efradın hepsini ispata hacet bulunmaz.
341 -: Dal biliktizada umumiyet bulunmadığından dolayıdır ki, yeminlerde biliktiza sabit olacak mekân, zaman, fail, meful, sıfat, hâl, sebep gibi şeyleri tahsis caiz değildir. Meselâ: bir kimse «ben evden gitmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra her ne zaman çıkıp hangi bir yere gitse hanis olur. Çünkü mukteza olan zaman ve gidilecek yer bulunmuş olur. Artık benim maksadım filân gün filân yere gitmek idi diye bu yeminin muktezası olan zamam, mekânı tahsis edemez.
Kezalik: «filân şey yapılırsa şöyle olsun» diye yemin eden kimse, o şeyin herhangi kimse tarafından yapılmasile hanis olur. Maksadım filân şahsın yapması idi diye faili tahsis edemez. Zira bu yeminde lâalet-tayin bir fail, bitarikil iktiza sabittir, bunda umumiyet yoktur ki, böyle tahsis caiz olsun.
Kezalik: bir kimse, bir şahsa: «Köleni benim tarafımdan şu kadar meblâğ mukabilinde azat et» dese bu söz, bey'i iktiza eder. Bu beyi, bitarikil iktiza sabit olduğundan bunda hıyari rüyet, hıyari ayıp ve sair hiyarat sabit olmaz. Çünkü bu bey'i, bizzarure sabit olur. Yalnız bu bey'i ile zaruret mündefi olur. Burada hiyaratı ispat için bir zaruret yoktur. Bu hiyarat, sukuta muhtemel olan şartlar kabilindendir. Bunlar, bizzarure sabit olan beyi zımnında tahakkuk edemez.
Dal biliktiza ile istidlal, istidlâlatı sahihedendir. Yalnız İmam Züfer buna muhaliftir. [28
330 -: Dal bilibare, mütekellim tarafından sevk olunduğu mânâya ibaresüe ve üç nevi delâletten birüe, yâni: ya delâleti mutabikiye ile veya delâleti tazammuniye ile veya delâleti iltizamiye ile delâlet eden sözdür.
Meselâ: «İnsan mükellef bir mahluktur» denilse insan lâfzı, ibaresile ve delâleti mutabikiye ile zîhayat, melekei nutka mâlik bir mahlûka delâlet etmiş olur. Çünkü insanın vaz olunduğu mânânın tamamı bundan ibarettir. İnsan lâfzının yalnız zîhayata ve yalnız melekei nutkiye sahibine delâleti ise bir delâleti tazammüniyedir. Zira insanın mahiyeti bunları tazammun eder, bunlar insanın -mahiyetinden birer cüzüdür. İnsan lâfzının ilme, san'ata, kitabete kabiliyetli bir mahlûka delâleti ise bir delâleti iltizamı yedir. Zira insan için bu kabiliyetle ittisaf bir lâzimei fıtrattir.
Bu esasa bir meselei hukukiye tatbik edelim, şöyle ki: farz edelim bir efendinin Bekir, Beşir, Amr adında üç kölesi var. Bekir, efendisine müracaatla «Arkadaşım Beşiri azat et» demekle efendisi: «Benim her kölem azat olsun» dese bu söz. Beşirin azat olmasını ibaresile ve delâleti tazammuniye ile ifade etmiş olur. Çünkü bu söz asıl Beşir'in azat edilmesi hakkında sevk edilmiştir. Maahaza Bekir ile Âmr da bu sözün işa-retile azat edilmiş olurlar. Zira bu sözde bir umumiyet vardır, her edatı umumunu haizdir.
331 -: Dal bilibarenin hükmü; medlulünü kat'î surette ifade etmektir. Bunun medlulünde bir kat'iyet vardır, zanni bir delîl, meselâ: kıyas buna muarız olamaz. Bunun hükmünü zannî bir delîl çürütemez. Ve bunun hakkında elfazı umumiyeden olunca umumiyet sabit ve tahsis ihtimali carî olur. nazmı celilinde olduğu gibi. (284) üncü meseleye müracaat!.
332 -: Dal bilişare, mütekellimce maksudu aslî olmayan, mâsika leh bulunmayan bir mânâya üç nevi delâletten binle delâlet eden sözdür.
Meselâ: dal bilibarede yazdığımız köle meselesinde mütekellimin şevki kelâmda asıl maksadı, yalnız azat edilmesi istenilen kölenin azat olmasıdır. Fakat «Her kölem azat olsun» diye vukubulan sözü, umuma delâlet eden her edatını hâvi olduğundan onun sair köleleri de bu sözün bil'işare delâleti tazammuniyesile azat olmuş olur.
Kezalik: nazmı celili zevce nafakasının zevç üzerine lâzımgeleceğini bilibare delâletile ifade ettiği gibi nesebin baba tarafından sübutünü de bilişare delâleti iltizamiye ile müfit bulunmaktadır. Çünkü bu nazmı mübin, asıl nesebi beyan için sevk edilmemiştir. Belki nafakayı zevcin tahammül edeceğini beyan için sevk edilmiştir. Fakat zevç için «mevlûdün leh» denilmekle bu ihtisas ifade eden tâbir, nesebin zevce mahsus olduğunu, ondan sabit bulunduğunu bitarikillüzum ifade etmiş bulunmaktadır.
333 -: Dal bilişare de medlulünü kat'î surette ifade eder. Buna delili zannî muarız olamaz ve kendisi için bazan umumiyet sabit olduğundan hakkında tahsis carî olabilir. Meselâ: çocuğun nesebi, mevlûdü leh için sabit olunca onun malinin de mevlûdün leh için sabit olması, bilişare anlaşılmış gibi olur. Fakat bundan çocuğun memlûkesi müstesnadır", bu mevlûdün leh olan babası için bir mülk olarak sabit olamaz. Mevlûdün lehin, bu memlûkeyi istifraş etmesi caiz değildir, işte bu cihet o umumdan tahsis edilmig bulunmaktadır.
334 -: Dal bilibare ile dal bilişare arasında tearuz görülse dal bilibare tercih olunur. Çünkü şevki kelâmdan asıl maksat olan, dal bili-baredir.
Meselâ: hadisi şerifi, kadınların ayda on beş gün hayiz göreceklerine işaretile delâlet etmektedir. Çünkü şatrı denir, onların hayatlarının yarısı demektir. Onların böyle bir müddet namaz kılmaksızm, oruç tutmaksızın evlerinde oturup durmaları, bu müddetlerinin hayiz ile geçeceğini gösterir. Binaenaleyh îma-mı Şafiî Hazretleri bu hadise nazaran hayzin on beş gün devam edeceğine kail olmuştur. Halbuki diğer bir hadisi şerifte buyurulmuştur. Bu hadisi şerif, hayzin ekserisinin on gün olacağına ibaresile delâlet ediyor. Binaenaleyh bu, bilişare delâlet eden evvelki hadise tercih olunur. îşte Hanefîye de bu ikinci hadise temessük etmekte bulunmuştur.
335 -: Dal biddelâleye gelince, bu da: mevzuunun aynine veya cüzüne değil, mevzuunun mânâyi mutabikisinin lâzımına lûgaten anlaşman illeti hükmü ile delâlet eden lâfızdır. Meselâ: âyeti kerimesi, ana baba hakkında demenin memnuiyetine bilibare delâlet ettiği gibi onlara darp ve şetmin memnuiyetini de ayni illeti hükümden dolayı delâletile ifade etmektedir. Çünkü öf demek, haramdır. Bu hürmetin illeti, menatı hükmü ise ezadır, izhari şeamettir. Öf demek ebeveyn hakkında bir ezadır, onların kalplerini rencide etmeğe sebeptir. Bu illet ise darp ve şetmde maaziyadetin mevcuttur.. Bu illet, lûgaten münfehim olan bir şeydir. Herkes rey ve içtihada muhtaç olmaksızın bilir ki, öf demek bir ezadır. Binaenaleyh bu âyeti kerimenin ibaresinden öf deme1 nin hürmeti anlaşılınca ayni illete mebni bunun delâletinden de darp ve şetmin hürmeti anlaşılmış, sabit olmuş olur.
336 - : Dal bîldelâlenin hükmüne gelince, bu da medlulünde kat'i-yet ifade eder, Racih olan kavil budur. Bunun zan ifade edeceği hakkındaki kavil ise mercuhtur. Maamafih delâleti nas, dal bilişareden za-iftir. Aralarında tearuz görülürse dal bilişare tercih olunur. Zira dal bilişare, asıl lâfzın mânâsile sabit olur, delâleti nas ile sabit olan mânâ ise,. mânânın mânâsıdır, lâfızdan değil, mânâdan münfehimdir.
Meselâ: bir mümini hataen Öldüren kimse hakkında keffaret lâzım gelir: âyeti kerimesi bunu natıktır. O hâlde bir mümini âmden öldüren kimse hakkında da kefaret lâzım gelir mi? Bu âyeti kerime, delâleti nas suretile bu kefaretin lüzumu na delâlet eder. İşte îmamı Şafiî bucihetle âmden katilden dolayı da kefaretin lâzım geleceğine kail olmuştur.
Fakat Hanefîyece âmden katilden dolayı .kefaret lâzım gelmez. Çünkü âveti kerimesi bu kefaretin ademi lüzumuna dal biî'işare tarikile beyan ediyor. Çünkü bu katlin uhrevî cezası, cehennem azabıdır. Bu, bu hususta tam bir cezadır. Artık kefarete mahal yoktur. Bu ikinci âyeti kerime ise buna dal bilişare suretile delâlet ettiğinden delâleti nas kabilinden olan evvelki âyeti edilenin delâletine tercih olunur.
337 -: Delâleti nas da kıyasa racihtir. Çünkü delâleti nasda illeti hüküm, menatı hüküm, rey ve içtihada mütevakkıf olmayıp lûgaten münfehint olduğu için bu, rey ve içtihada müstenit olan kıyastan kuvvetlidir. Kıyas ile sabit olmayan hudut ve kefarat gibi şeyler, nassın bu kabil delâletile de sabit olur. Binaenaleyh dal biddelâleyi kıyası celî kabilinden saymak doğru olamaz. Maamafih buna kail olanlar da vardır.
338 - : Dal biddelâle, İmamı Şafiîye göre kıyası celî kabilindendir. Çünkü bunda da asıl ile fer'i arası bir illet sebebile cem edilmiş ve bu suretle fer', asle ilhak olunmuş olur. Meselâ: ebeveyne öf demenin hür-metindeki illet, ezâ*dır. Bu illet, darp ve şetmde de maaziyadetin mevcuttur. Binaenaleyh darp ve şetm, hürmet hususunda öf demeğe ilhak edilmiştir.
Buna karşı Hanefiye tarafından deniliyor ki, delâleti nas ile kıyesi celî arasında fark vardır. Bunları bir saymak şu beş veçhile doğru değildir.
(1) : Delâleti nasda mensus, bazı kere fer'den cüz olur. Yâni: mânâyı mutabıkı, mânâyı lâziminin cüzü bulunur. Kıyaslarda ise fer', daima mensustan cüz olur. Diğer bir tâbir ile fer', asıldan büyük, kuvvetli değil, ondan küçük ve zayıf bulunur.
Meselâ: bir kimseden yüz kuruş isteyen bir şahsa o kimse: «Ben sana bir kuruş vermem» dese delâleti nas yoliîe ona yüz kuruşu da ver-, meyeceğini söylemiş olur. «Bir kuruş vermem» sözü asıldır ve fer', olan «yüz kuruş vermem» mefhumundan- küçüktür. Kıyasta ise asıl, daima fer'den büyük ve kuvvetli olur.
(2) : Delâleti nas, kıyastan evvel sabittir. Bütün insanlar arasında otedenberi delâleti nas cari ve malûmdur. Halbuki kıyas bir içtihat neticesi olup şeriatlerde zahir olmuştur.
(3) : Delâleti nasdaki illet, menatı hüküm, lûgaten münfehimdir, bunu herkes anlayabilir. Kıyasta ise menatı hüküm, ancak içtihat ile "ir takım şer'î mukaddimeler ile anlaşılabilir.
(4) : Delâleti nasda fer* asıldan yâ âlâdır veya ona müsavidir, Ki- ise fer', asıldan ednadır. Meselâ: ebeveyne Öf demek memnu olun-
Ve şetm de delâleti nas ile memnu bulunmuş olur. Fer' olan darp ve §etm ise asi olan Öf demekten âlâdır, onun fevkindedir.
Kezalik: bir cinayeti irtikâp eden şahıs için «bu cinayetinden dolayi bir köle azat edeceksin» diye şarii mübin tarafından emredilmiş olsa bu cinayeti irtikâp edecek sair kimseler hakkında da bu cezanın lüzumu delâleti nas ile sabit olur. Burada ise asi İle fer'i, yâni: o şahsın asi olan cinayeti ile sair kimselerin fer' olan aynı mahiyetteki cinayetleri biri birine müsavidir. Kıyasta ise fer', daima asıldan aşağı bulunur.
(5) : Delâleti nas ile sabit olan mânâ, yâni: illet, tahsis edilemez. Meselâ öf demenin memnuiyeti, eza illetinden dolayıdır. Bu eza tahsis edilerek bazı hususlarda ezanın haram olmaktan çıkarılması caiz olamaz. Bunda ittifak vardır. Fakat bu caiz olmamanın neden ileri geldiğinde ihtilâf olunmuştur.
Bazı zatlara göre, tahsis, umumî lâfızlarda caridir. Delâleti nas ise mânâ ile sabittir. Lâfız kabilinden değildir ki, kendisinde tahsis carî olsun.
Buna itiraz edilerek deniliyor ki: umumiyet, lâfızlara münhasır değildir, mânâlarda da mevcut olabilir. Bolluk, ucuzluk gibi sözlerdeki umumiyet, mânâlarında caridir. Tahsis ise umumun fer'idir. Bu cihetle mânâda da tahsis cari olabilir.
Bu muteriz zatlara göre delâleti nas ile sabit olan illette tahsisin ademi cereyanı. Bu umumiyet bakımından değildir. Belki nassm mânâsı, bir kere hükme illet olarak sabit olunca artık o mânânın bazı hâllerde illet olmaması mümkün olamaz. îşte bu itibar ile mezkûr illette tahsis kabil değildir.
239 -: Dal biliktiza: bir lâfızdır ki, vaz olunduğu mânânın şer'an muteber olması için bu mânâdan mukaddem isbatma şer'an lüzum ve ihtiyaç görülen bir medlule delâlet eder. Şayet böyle.bir lâzımı mütekad-dim bulunmazsa o lâfzın aklen muteber bir mânâsı bulunsa da şer'an muteber bir mânâsı bulunamaz, bir muteber hüküm ifade edemez. Meselâ: bir kimse zevcesine «sen-benden mutallakasm/dese bu sosun şer'an muteber olması için onu boşamış olması iktiza eder. Âdeta «ben seni tat-lik etmişimdir, bu cihetle sen mutallakasm» denilmiş olur.
İşte «sen benden mutallakasm» sözünün «seni tatük etmişimdir» sözüne delâleti bitarikiliktizadır. «Seni tatlik etmişimdir» sözü bir lâzımı mütekaddimdir. Eğer bu mukaddem lâzım bulunmasaydı «sen benden mutallakasm» sözü, hilafı vaki olacağından şer'an muteber olmamak lâzım gelirdi.
340 -: Dal biliktizada umumiyet yoktur. Bu, Hanefîyeye göre bi-lâ umum sabit olur. Meselâ: yukarıdaki misâlde «sen benden mutallakasm» sözile bir talâk vaki olur. Çünkü bunun muktezası: «Ben seni tatlik ettim, sen talâk ile muttasif oldun» sözüdür. Bunda ise umum yoktur. Binaenaleyh zevç, «sen mutallakasm sözile üç talâka niyet etmiş olsa da yine bir talâk vaki olmuş olur. îktizaî bir mânâ, tashihi kelâm için bizzarure sabit olur. Zaruret ise mânâyı iktizamın tahtında bulunan efraddan yalnız birinin bulunmasile bertaraf olur. Artık sözü tashih için o efradın hepsini ispata hacet bulunmaz.
341 -: Dal biliktizada umumiyet bulunmadığından dolayıdır ki, yeminlerde biliktiza sabit olacak mekân, zaman, fail, meful, sıfat, hâl, sebep gibi şeyleri tahsis caiz değildir. Meselâ: bir kimse «ben evden gitmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra her ne zaman çıkıp hangi bir yere gitse hanis olur. Çünkü mukteza olan zaman ve gidilecek yer bulunmuş olur. Artık benim maksadım filân gün filân yere gitmek idi diye bu yeminin muktezası olan zamam, mekânı tahsis edemez.
Kezalik: «filân şey yapılırsa şöyle olsun» diye yemin eden kimse, o şeyin herhangi kimse tarafından yapılmasile hanis olur. Maksadım filân şahsın yapması idi diye faili tahsis edemez. Zira bu yeminde lâalet-tayin bir fail, bitarikil iktiza sabittir, bunda umumiyet yoktur ki, böyle tahsis caiz olsun.
Kezalik: bir kimse, bir şahsa: «Köleni benim tarafımdan şu kadar meblâğ mukabilinde azat et» dese bu söz, bey'i iktiza eder. Bu beyi, bitarikil iktiza sabit olduğundan bunda hıyari rüyet, hıyari ayıp ve sair hiyarat sabit olmaz. Çünkü bu bey'i, bizzarure sabit olur. Yalnız bu bey'i ile zaruret mündefi olur. Burada hiyaratı ispat için bir zaruret yoktur. Bu hiyarat, sukuta muhtemel olan şartlar kabilindendir. Bunlar, bizzarure sabit olan beyi zımnında tahakkuk edemez.
Dal biliktiza ile istidlal, istidlâlatı sahihedendir. Yalnız İmam Züfer buna muhaliftir. [28
1.Bölüm
- Âm Lafızların Mahiyeti, Nevileri Ve Hükümleri :
- BİRİNCİ KISIM KÎTABA VE KÎTAB İLE SÜNNET ARASINDA MÜŞTEREK BAZI MEBHASLERE AİTTİR.
- BİRİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ
- Dal Bil'îbake, Bil'işare, Bîddelâte Ve Bil'îktîzanın Mahiyetleri Ve Hükümler :
- Emir İle Vacip Olan Şeylerin Hükümleri :
- Emirlerin Mahiyeti Ve Muktezası ;
- Emredilen Şeyîn Liaynihi Veya Ligayrihî Hasen Olması :
- Hafî Ve Müşkil Lâfızların Mahiyetleri Ve Hükümleri :
- Hakikat İle Mecazın Mahiyetleri Ve Hükümleri :
- Has Lafızların Mahiyeti Ve Hükümleri :
- kîtab île sünnet arasında müşterek mebhasler :
- Kitabın Hakikati Ve Hususî Vasıfları
- Mefhumu Muvafakat İle Mefhumu Muhalefetin Mahiyetleri
- Memurda Vücudu İcap Eden Kudret :
- Memurun Bîhin Hüsn Sıfatile Ittisafı :
- Mutlak İle Mukayyedin Mahîyetleri Ve Hükümleri :
- Mücmel İle Müteşabihin Mahiyetleri, Nevileri Ve Hükümleri :
- Müfesser İle Muhkemin Mahiyetleri Ve Hükümleri :
- Müşterek Ve Müevvel Lâfızların Mahiyetleri Ve Hükümleri :
- Nehiylerin Mahiyeti Ve Murtezası:
- Nehiylerin Mahiyeti Ve Murtezası:
- Nehiylerin Mahiyeti Ve Murtezası:
- Nehiylerin Mahiyeti Ve Murtezası:
- ÖNSÖZ
- Sarih Île Kinayenin Mahiyetleki Ve Hükümleri :
- Takat Fevkinde Btr Şey Île Teklif Vaki Olup Olmadığı :
- USULÜ FIKHA'DAİR ISTILAHLAR
- Zâhîr, Nas Lâfızların Mahiyetleri Ve Hükümleri :