Nehiylerin Mahiyeti Ve Murtezası:

Nehirlerin Mahiyeti Ve Mvrtezası:


262 -: Nehiy; lügatte men etmek, yasak etmek demektir. Usuliy-yûna göre: bir lâfızdır ki, onunla bir şahsın bir işten çekilmesi cezmen isti'lâ tarikilc istenilir, o şey de «menhiyyün anh» nâmını alır. < Yalan söyleme, haram yeme, gıybet etme» sözlerindeki söyleme, yeme, etme lâfızları gibi.

Nâhî, yâni nehy eden, menhîye, yâni nehy edilen şahsa mavkian _ müsavi olursa nehy sigası, iltimasa hami olunur, onun dûnunda bulu­nursa nehy sığası niyaz ve istirhama mahmul olur. Bir kulun: «Yarab-bü. beni muazzep etme» diye dua etmesi gibi. «Şöyle yapılmamasını is­terim» gibi tâbirler de nehy sayılmaz.

263 -: Nehyin muktezası, nehyedilen fîli terkte devam etmektir ve o fîlin kabin = çirkin olmasıdır. Yâni: dünyada zemme, ahrete de ikaba sebep bulunmasıdır.

Meselâ: «Haram yeme, yalan söyleme» denilse bununla haramdan, yalan söylemekten aleddevam menedilmiş olur ve bununla haramın, ya­lan söylemenin kabih olduğu anlaşılır. Şu kadar var ki, muvakkat olduğuna delâlet eden bir karineye mukarin olan bir nehy, aleddevam terki iktiza etmez. «Sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayınız» buyurul ması gibi ki, namazdan men, sarhoşluk zamanına münhasır bulunmuş olur.

264 - : Mâtürîdiyeye göre kubh, nehyin muktezasıdır. Yâni: bir mütekaddim lâzımîdir, yoksa mucebi değildir. Demek ki, menhiyyün anh, haddi zâtında kabih olduğu içindir ki, şer'işerif onu nehy etmiştir. Yoksa şer'işerif, nehy ettiği için kabih olmuş değildir.

Meselâ: yalan söylemek, zulm etmek, haksız yere adani öldürmek fiilleri aklen kabihtirler. Bunun içindir ki, bunlar bütün milletlerce memnu, makduh bulunmuştur. îşte şarii mübîn, hakim olduğu için bu çirkin şeyleri nehy ve men etmiş, bu husustaki memnuiyeti akliyeyi te'-yit buyurmuştur.

Bâzı şeyler de vardır ki, onların zatlarmdaki kubh, gizlidir, her­kes onların kubhma infazı nazar edemez. Şarii hâkîm, onları nehy et­mekle kıbhlarmı izhar buyurmuştur.

265 - : Eşaireye göre kubh, nehyin mucebidir, menhiyyün anh şer'işerif tarafından nehy edildiği için kabili olmuştur. Yoksa kabih ol­duğu için nehy edilmiş değildir.

Bu babdaki ihtilâf, —emir bahsinde de beyan olunduğu üze-n-hüsn ve kubhün aklî olup olmaması meselesinden ileri gelmiştir.

266 -: Nehyedilen şeyler, kubh itibarile «liaynihî kabih», «ligay-rihî kabih» nevilerine ayrılır. Liaynihî kabih de «liaynihî vasfen kabih» ve «liaynihî va'zan kabih» kısımlarına ayrılmıştır. Ligayrihî kabih de «ligayrihî vasfen kabih», «ligayrihî mücaviren kabih» kısımlarına mün-kasimdir.

267 -: Kabih liaynihî; aynî, yâni: kendi zati kabih olup kııbhu başkasından münbais bulunmayan menhiyün anhtir ki, iki kısma ay­rılır.

Birisi: liaynihî vasfen kabihtir ki, kubhu akl ile malûm olup va-zıı lûgât tarafından kubhuna delâlet eden bir tâbir ile ifade edilmiş bu­lunan menhiyün anhtir. Yalan, zulüm mefhumları gibi ki vazı, aklen kubhu malûm olan hakikate muhalif söz için «kizb -yalan» tâbirim ve başkasının hakkına tecâvüz etmekten ibaret olan çirkin bir fiile de «zulüm» tâbirini vaz etmiştir. Sonra şarii mübîn de bunların çirkinliği­ni bunları nehy etmek suretile beyan buyurmuştur. Dinsizlik, küf ram nimet de böyledir.

Diğeri: üaynihî şer'an kabihtir ki, bir akde mahal olmaya kabiliyet li bulunmamasından veya bâzı şartların fikdanmdan dolayı şariimübîn tarafından nehy edilmiş ve bu suretle çirkinliği haber verilmiş olan şey­dir, Hür inşam satmak gibi.

Mebiin şer'an mütevakkim mal olması lâzımdır. Hür insan ise şer'­an mütevakkim bir mal değildir, bunun satılması, memlûklere ve sair mallara kıyasen tecviz edilmemiştir, bunun hakkındaki bir satış mua­melesi şer'an çirkindir. Binaenaleyh bu, bey'a mahal olamaz.

Bu iki kısmın hükmü, hem aslen, hem de vasfen meşru olmamaktır, yâni: butlandır. Meselâ: zulüm, daima bâtıldır, daima gayri meşrudur.

Hür insanı satmak da her zaman bâtıldır, hiç bir vakit caiz görülemez.

268 -: Kabih ligayrihî; kendi zâtına nazaran kabih olmayıp baş­ka bir şey İle alâkasından dolayı kabih olan menhiyün anhtir ki, bu da iki kısımdır.

Bir kısmı, ligayrihî vasfen kabihtir ki, bu kubhun menşei olan o gayr, o başka şey, menhiyün anhin vasfı olup ondan ayrılması kabil bu-, lunmaz. Şer'an memnu olan günlerde oruç tutmak ve gayri meşru mu-karenette bulunmak gibi. Şöyle ki: oruç, haddi zâtında haseri iken mü­cerret memnu günlere müsadif olduğu takdirde kabih olmuş olur. Çün­kü «eyyamı menhiyye» denilen ramazan bayramının ilk gününde ve kur ban bayramının dört gününde ehli îman için bir ziyafetullah vardır, mü­minlerin bu ziyafete icabetleri lâzımdır. Bugünlerde oruç tutan bir mü­min ise bu ziyafetten kaçınmış olur. îşte bu kaçınma, o günlerde tutu-( lacak oruçların infikâkı kabil olmayan bir vasfıdır, işte bu irâz vasfın­dan dolayı o oruçlar, kabihtir.

Mukarenet fiili de haddi zâtında kabih değildir. Menkûhada oldu­ğu gibi. Fakat zina suretile olan gayri meşru mukarenet, nesebin ziya­ma, âlemin intizamını bozmaya, başkalarının hukukunu ihlâle sebeptir. Bunlar ise zinanın birer sabit vasfı bulunmaktadır. Binaenaleyh zina vasfen kabih bulunmuştur.

Bu kısmın hükmü de liaynihî kabih gibi butlandan ibarettir.

Diğer kısmı, ligayrihî mücaviren kabihtir ki, bunda menşei kubh olan o gayr, menhiyyün anhin muttasıl vasfı olmayıp yalnız mücaviri mukarini bulunmuş olur. Cuma namazı için ezan okunurken yapılan alış veriş gibi. Bu vakitte satış muamelesi nehy edilmiştir. Satış ise haddi zâ­tında kabih değildir. Belki o vakte mukarin olan bir satış muamelesi kabihtir. Çünkü o vakitteki bir bey'e ve şir'a muamelesi, cuma namazı iqin emredilen sa'ye münafidir. Bu sa'yi ihlâle sebeptir. İşte bu ihlâl -ebebiyîe o vakitteki satış muamelesi nehy edilmiştir. Bu ihlâl, bu sa'yi tprk hâli ise cuma ezanı okunduğu zamanda yapılacak bir bey1 ve şira-Va mücavirdir. Fakat ona muttasıl bir vasıf değildir, ondan ayrılabilir. Meselâ: insan hem cuma namazına koşar, hem de koşarken alış veriş yapabilir veya hem cuma namazına koşmaz, hem de alış veriş yapmaz. îşte böyle bir sebepten dolayı nehy edilen bir şey de ligayrihî mücavi-ren menhiyün anh bulunmuş olur.

Zevceye âdeti esnasında takarrüpte de bu kabildendir. O esnadaki ezadan, tab'in nefretine sebep olacak bir hâlden dolayıdır ki, o takar-rüp menhiyyün anh bulunmuştur. O eza ise bu menhiyyün anhin bir vasfı değil, bir mücavirMir.

Bu ikinci kısım, liaynihî kabih hükmünde değildir. Bu kısımda ba-zan fesat bulunsa da butlan mevzuubahs olamaz. Bunda kerahat ve ma­nevî mesuliyet bulunursa da yapılan bu muamele üzerine yine bir hü­küm terettüp eder. Meselâ: cuma ezam okunurken, yapılan bir beyi mu­amelesi yine sahih olur. Ve kendisine âdeti hâlinde tekarrüp edilen bir zevceden doğacak çocuğun nesebi yine sabit olur ve bu tekarrüp ile kadının mehri teekküt edip tamamı lâzım gelir. Böyle bir tekarrüple zevci evvel için tahlili şeride husule gelmiş bulunur.

289 -: Nehiyler, ya ef'ali hissiye veya ef'ali şer'iye hakkında vu-kubulur. Ef'ali hissiye; vücudu mahsus olan ve şer'işerifte hakikaten matlûp bir hükme mevzu teşkil etmeyen fiillerdir. Katil, zina fiilleri gibi.

Ef'ali şer'iye; şer'an tahakkuku bir takım şartlara bağlı olan vo matlûp bir hükme mevzu teşkil eden fiillerdir. Nikâh, beyi, icare gibi.

Gerek ef'ali hissiye ve gerek ef'ali şer'iye hakkındaki nehiyleo, menhiyyün anhin ya liaynihî veya ligayrihî kabih olduğuna delâlet eden bir karineye mukarin olur veyahut mukarin olmaz. Mukarin ol­mayanlara «nehyi mutlak», mukarin olanlara da «nehyi mukarin» de­nilir.

270 -: Ef'ali hissiye hakkındaki nehyi mutlak, menhiyyün anhitı liaynihî kubhını iktiza eder, nehyi mukarin de menhiyyün anhin ligay­rihî kubhını iktiza eder.

Meselâ: «Kimseyi haksız yere öldürmeyiniz» tarzındaki bir nehiy, ef'ali hissiyeden olan katil fiilinden men'i muktezîdir. Bu nehiy, bir ka­rineye mukarin değildir. Binaenaleyh bu katil liaynihî kabihtir. Çünk'i nehy mutlak, kubhın kemâlini muktezîdir.

Zevceye âdeti esnasında mukarenet edilmemesi hakkındaki nehiy ise «eza» karinesine mukarin olduğu cihetle liaynihî değil, ligayrihî kubhi iktiza etmektedir.

271 -: Ef ali şer'iye hakkındaki nehyi mutlak, menhiyyün anten vasfen ligayrihî kubhini iktiza eder. Bu hâlde menhiyyün anh aslen sa­hih olup vasfen fasit bulunur.

Meselâ: Mütekavvim bir malı mütekavvim olmayan bir mal mu­kabilinde satmak şer'an memnudur. Bu husustaki nehy, ef'ali şer'iye-den olan beyi muamelesi hakkındadır ve mutlaktır. Binaenaleyh böyle bir bey, vasfen fasittir, hakkında beyi fasit hükmü cereyan eder.

Ef'ali şer'iyye hakkındaki nehyi mukarin ise karinenin ifade etti­ği şeyi iktiza eder, karineye tâbi olur. Şöyle ki: karine menhiyyün an-hin liaynihî kubhını iktiza ederse menhiyyün anh, liaynihî kabih hük­münde olup bâtıl bulunur. Henüz anasının karnında bulunan yavruyu satmak gibi. Çünkü bu cenin, henüz bir mütekavvim mal değildir, şer'i şerif ise mütekavvim mal olmayan şeyin bey'ini bâtıl kılmıştır. O hâl­de böyle bir yavrunun satılmaması hakkındaki nehiy de butlanı ikti­za eder.

Bilâkis karine, menhiyyün anhin ligayrihî kubhına delâlet ederse bakılır: Eğer bu kubha menşe' olan başka şey, menhiyyün anhe mut­tasıl bir vasıf ise menhiyyün anhin fesadını iktiza eder. Şartı fasit ile yapılan beyi gibi ki, bu şart bey'in bir vasfı lâzımı olduğundan buna mukarin olan bir satış hakkındaki nehiy, o satışın şer'an fasit olması­nı muktezi olur. Fakat o başka şey, menhiyyün anhe yalnız mücavir ise menhiyyün anhin kerahatinİ iktiza eder. Mağsup yerde kılman na­maz gibi ki, o yer bu namazın bir vasfı değildir, belki buna mücavir bulunmuştur.

272 -: imamı Şâfiîye göre ef'ali şer'iyye hakkındaki mutlak ne-hiylerde ef'ali hissiyedeki mutlak nehiyler gibi menhiyyün anhin liay­nihî kubhunu iktiza eder. O hâlde menhiyyün anh, fasit değil, bâtıl ol­muş olur. Çünkü nehyi mutlak, kemâle masruftur. Binaenaleyh kubhun kemâlini muktezi olur. Ve kabih olan bir şey bir masiyettir, artık on­da sıhhat ve meşruiyet bulunamaz.

Buna cevaben deniliyor ki: şer'î fiiller hakkındaki mutlak nehiy, butlanı iktiza etseydi menhiyyün anhin mensuh, gayri kabili icra bu­lunmuş olması lâzım gelirdi. Eğer nehiy edilen şeyin yapılması ve üze­rine bir hüküm terettüp etmesi kabil olmasaydı nehye lüzum kalmazdı. Âmâyı görmekten men etmek gibi olurdu. Bir şey, mütesavverülvücut olmalıdır ki, ondan nehiy, abes olmasın ve bu nehye imtisal edip etme­yenin itaat ve isyanı tahakkuk edebilsin.

Masiyet cihetine gelince bu, menhiyyün anhin vasfına nazarandır. Sıhhat ve meşruiyet ise menhiyyün anhin aslı itibariledir. Böyle cihet­ler başka başka olduğundan masiyet ile meşruiyet, içtima etmiş ola­maz.

Velhâsıl: Şâfiîler, ibadetlerde olduğu gibi muamelâtta da kubhun derecatım nazara almıyorlar. Onlara göre ibadetlerde olduğu gibi mu­amelâtta da bâtıl ile fasit birdir. Hanefîlere göre ise yalnız ibadetlerde bâtıl ile fasit bir hükümdedir. Muamelâtta ise bunlar ayrı ayrı şeyler­dir. Bâtıl, aslen ve vasfen meşru olmayan şeydir. Fasit ise aslen meş­ru olup yalnız haricî vasıfları itibarile meşru bulunmayan şeydir. Bu cihetle hükümleri de başka başkadır.

273 - : Bir şey ile emir, o şeyin zıddının hürmetini müstelzim olur. Eğer o zıddın vücudu, emir ile maksut olanı fevt ederse.

Meselâ: iman ile emir, küfrün hürmetini müstelzimdir. Çünkü kü­für, imanı müfevvittir. Böyle tefvit bulunmazsa memurun bihin zıddı, mekruh olmuş olur.

Bilâkis bir şeyden nehiy, o şeyin zıddının yüçubünü müstelzim olur. Eğer o zıddın ademi, nehiy ile maksut olanı tefvit eder ise.

Meselâ: küfürden nehiy, imanın vücubünü müstelzimdir. Zira iman bulunmazsa maksudun binnehy olan terki küfür bulunmamış olur. Böy­le müfevvit olmazsa menhiyün anhin zıddı, bazan bir sünneti müekkede mahiyetinde bulunur.

imam Şafiîye ve imam Gazalîye göre muayyen bir şey ile emir, zıd-dından nehiy değildir. Ve onu aklen iktiza etmez.