Memurun Bîhin Hüsn Sıfatile Ittisafı :

Memurun Bîhin Hüsn Sıfatile Ittisafı :


243 - : Emredilen şeylerin hüsnüne ittisafı meselesi, esasen ilmi kelâma aittir. Fakat bundan usulü fıkıhta da bahsedilmektedir ve bu hüsn ve kubh meselesi, cebr ve kader meselesile alâkadardır. Biz bura­da bundan kısaca bahsedeceğiz.

244 - : Esasen hüsn ve kubh = güzellik, çirkinlik dört mânâya gelir. Şöyle ki:

(1) : Hüsn; bir sıfatı kemâl, kubh da bir sıfatı noksan manasınadır. Meselâ: bilgi hasendir. Bilgisizlik de kabihtir.

(2) : Hüsn; garaza uygun olmak, kubh da garaza aykırı olmaktır. Bu mânâca adalet-i hasendir. Zulüm de kabihtir.

(3) : Hüsn; tab'a mülayim olmak, kubh da tab'a münâfi bulun­maktır. Bu bakımdan tatlı bir hasendir. Acı bir şey de kabihtir.

Bu üç mânâca hüsn ve kubh: aklîdir, yâni: bunların güzelliğini, çir­kinliğini akıl anlayabilir. Velev ki, şarii mübîn tarafından bu bapta bir emir ve nehiy varid olmamış olsun. Bunda ihtilâf yoktur.

(4) : Hüsn; dünyada medhe, ahirette sevaba vesile olmaktır. Kubh da bilâkis dünyada zerame, ahirette ikaba sebebiyet vermektir. Bu mâ­naca ibadetlerden her biri hasendir. Masiyetlerden her biri de kabihtir.

Bu mânâca olan bir hüsnü kubhun aklî mi. yoksa şer'î mi olduğun­da ihtilâf vardır. Nitekim aşağıda bildirilecektir.

245 - : Şarii mübîn tarafından emredilen = memurun bih olan her şey hasendir; nehiy edilen = menhiyyün anh olan her şey kabihtir.

Acaba bir memurun bih, haddi zâtında hasen olduğu için mi emre­dilmiştir?. Yoksa emrolunduğundan dolayı mı hüsnü sıfatını ihraz et­miştir?. Bu hususta başlıca üç. mezhep vardır.

(1) : Eşaire mezhebidir. Bunlara göre, hüsn, emrin mucebidir. Yâ­ni : emir, memurun binin hüsnünü icap eder. Memurun bih, şarii mübîn tarafından emredildiği için güzellik sıfatım ihraz etmiş, bu emri yerine ffetiren kimse hakkında sevaba vesile olmuştur. Yoksa o, haddi zâtın­da güzel olduğundan dolayı emredilmiş değildir. Biz, şariin emirleri-. böyle telâkki ederiz, memurun bibin haddi zâtında güzel olup olma­dığını kestiremeyiz, o bizce meçhuldür.

Meselâ: Nikâh ile sifah, mütesavi fullerdir. Şer'i şerif, nikâhın meşruiyetini, şifahin da gayri meşruiyetini emretmiş olmasaydı biz bun­ların arasında hüsn ve kubh bakımından olan farkı tâyin edemezdik.

Binaenaleyh bir şeyin güzel veya çirkin, yâni: sevabı veya azabı müstelzinı olduğuna hükmeden, şer'i şeriftir. Akl ise bu husustaki, şa­riin hitabını, hükmünü anlamak için bir âlettir, bir vasıtadır.

Akıl bir şeyin hüsn ve kubhuna hükmedemiyeceği cihetledir ki, fet­ret zamanında yaşamış olanlar, îmandan zahil bulunmuş olmalarından dolayı muazzep olmayacaklardır. Nitekim: âyeti kerimesi bunu nâtıktır. Eşairenin bu mezhebine Hanefî âlimlerinden bâ­zı zatlar da kail olmuşlardır.

(2) : Mutezile mezhebidir. Bunlara göre hüsn, emrin medlulüdür, muktezasıdır. Me'murünbih, haddi zâtında güzel olduğu içindir ki, onun­la emrolunmustur. Bunun bu güzelliğine hükmeden ise akıldır. Bu gü­zellik şer'i şerifin beyanatı olmasa da akıl ile anlaşılabilir. Şu kadar var ki, şer'i şerif, memurun bihin bazısında akla gizli, kapalı kalan güzelliği açığa vurur, onu keşfeder, beyan buyurur.

Meselâ: Allahü Tealâ'ya iman haddi zatında hasendir. Bujıun hüs­nünü şer'i şerif beyan etmese de akü idrâk edebilir. Binaenaleyh fetret çağlarında yaşayanlar da ma'rifetüllâh ile mükellef bulunmuşlardır. Na­maz kılmanın, zekât vermenin güzelliği de böyledir. Şarii hâkimin hita-batı bulunmasa bile insan bu gibi güzel amelleri takdir edebilir.

(3) : Cumhuru Hanefiyenin mezhebidir. Bunlara göre de hüsn, em­rin medlulüdür, muktezasıdır. Memurun bih, hasen olduğu içindir ki, şa­rii hâkim tarafından emrolunmuştur. Şarii mübîn, hakîm olduğundan' haddi zâtında güzel olmayan bir şey ile emretmez. Şu kadar var ki, bu babda hâkim olan akıl değil, şer'i şeriftir. Çünkü hasen olan bir şeyden dolayı Allahütealâ'nm ukbada mükâfat vereceğine akıl hükm edemez, Allahütealâ üzerine bir şey vacip değildir. Belki bu hususta hâkim olan, Şer'işeriftir, Cenabihakkm güzel ameller mukabilinde kendi fazlile mü­kâfat vereceğini haber vermiştir. Binaenaleyh şariihakîm, emretmese 1(ü insanlarda ahkâmı şer'iye ile mükellef olmazlardı. Bundan yalnız Haktealâya iman müstesnadır. Fetret devirlerinde yaşayanlar da bu imanın hüsnünü anlayabilecekleri cihetle bununla mükellef bulunurlar. Çünkü akü, büsbütün muattal değildir.

«Evet., akıl, bir çok şeylerin hüsnünü kesbe, tefekküre, mukaddi­meleri tertibe muhtaç olmaksızın bilir. Faydalı olan doğru bir sözün güzelliği gibi. Bâzı şeylerin hüsnünü de bir tefekkür neticesinde anlar. Bir mazlumu bir zâlimden kurtarmak için iltizam edilen bir yalan sözün

güzelliği gibi.

Vakıa akıl, şer'işerifin bir kısım hükümlerindeki güzelliği ancak şerişerifin vürudünden sonra kavrayabilir. Fakat Allahütealâ'nm varlı­ğını, birliğini tasdik gibi bir akidenin güzelliğini sari' tarafından işitme­den evvel de anlayabilir. Binaenaleyh ehli fetret de bu akide ile mükel­lef bulunur. âyeti kerimesinde nefyedilen azapdan nıurad ise ya dünyevî bir azaptır, istisal suretiîe olan bir cezadır. Veya zamanı fet­rette namaz, oruç gibi şeyler ile teklif bulunmadığı cihetle bunlardan dolayı azaba istihkak bulunmadığını beyandır.

Emirlerin hüsnü hakkındaki bu ihtilâf, nehiylerin kubhu hakkında da bu veçhile carîdir. [14]