2- Sünnet
a) Fıkıh bakımından önemi:
Doğumdan ölüme, ibâdetten hayat nizamına kadar çok geniş bir sâhayı içine alan ve düzenleyen Fıkh'ın iki ana kaynağından ikincisi Sünnettir. Burada Sünnet'ten maksat, Rasûlullah'ın (s.a.) ümmet için örnek teşkil eden davranışlarının bütünüdür. Ancak bunları bize ileten ifadeler çoğu kere ashâba ve diğer râvilere ait bulunduğu (hadîsi Rasûlullah'ın sözleri ile değil, mânayı ve meali esas alarak naklettikleri) ve hadîslerin çoğunun ilk nesillerde tek râvi tarafından nakledildiği (haber-i vâhid olduğu) için Sünnet -Kur'ân-ı Kerîm'e nisbetle- ikinci kaynak olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber hadîs âlimlerinin ortaya koydukları ince ve sağlam güvenilirlik ölçülerine uygun bulunan hadîslerin, ister haber-i vâhid olsun, ister meşhur veya mütevatir olsun, bilgi ve hüküm kaynağı olacağı konusunda sünnî mezheblerin ittifakı vardır. Özellikle Fıkıh'ta kesin bilgi yerine zan ve kanâat yeterli bulunduğu için, Rasûlullah'a aidiyyeti ve ifadesi konularında haklı bir şüphe bulunmayan, bu iki bakımdan kişiye kanâat ve itminan veren hadislerin delil (hüküm kaynağı) olarak kullanılması tabîîdir. Hadîslerin ve dolayısıyle Sünnet'in kaynak olmasına karşı eski ve yeni muhalifler tarafından ileri sürülen deliller ve bunlar arasında bulunan: "Hadislerin Kur'ân-ı Kerîm ile karşılaştırılması ve ona uyanların kullanılması, uymayanların atılması" mânasını ifade eden uydurma hadîs, Fıkıh usûlü ve Hadîs usûlü kitaplarında ele alınmış, ilmî tenkit ve tahliller ile çürütülmüştür. Hadisi sahih kabul edenler ise, "uymayan" kavramına açıklık getirerek meseleyi klasik usulde bilinen metin tenkidine irca etmişlerdir.
Fıkıh kaynağı olarak Sünnet bir yandan Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanmaya (beyâna) muhtaç bulunan âyetlerini açıklarken diğer yandan boşlukları doldurmakta; yani müstakil olarak -Kur'ân-ı Kerîm'de bulunmayan- hükümler koymaktadır. "Onlara indirileni halka açıklaman için sana sözü (Kur'ân'ı) indirdik." (Nahl: 16/44) meâlindeki âyet Rasûlullah'ın ve dolayısıyle Sünnet'in birinci rolüne; "Rasûl size neyi getirirse onu alın, kabul edin, size neyi yasaklarsa ondan da uzak durun" (Haşr: 59/7), "Gerçekten Rasûlullah'ta sizin için güzel bir örneklik vardır." (Ahzâb: 33/21), "De ki, Allah'a ve Rasûlüne itâat edin..." (Âlü-İmrân: 3/32), "...Rasûl onlara güzel şeyleri helal kılar, pis ve çirkin şeyleri de haram kılar..." meâlindeki âyetler ile bunları teyit eden hadîsler de Sünnet'in ikinci rolüne mesnet teşkil etmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de genel çizgileriyle anlatılan iman ve İslâm konularının, namaz, oruç, hac, zekât gibi temel ibâdetlerin ve benzeri hükümlerin geniş açıklamaları, Sünnet'in "açıklama" fonksiyonunun; fıtır sadakası, vitir namazı, evli kişilerin zinalarının cezası, bir kadının üzerine hala ve teyzesini almanın haram olşu, ehlî eşek etinin haram olması, ramazan orucunu kasten ve mazeretsiz bozan kimsenin yerine getireceği keffâret vb. yüzlerce hüküm de "boşlukları doldurma" fonksiyonunun örnekleridir. Sünnet kaynağının Fıkıh açısından önemini göstermesi bakımından İbn Kayyim'in verdiği rakkam da ilgi çekicidir; buna göre Sünnet kaynağında, Fıkıh hükümlerine esas teşkil eden hadîslerin sayısı beşyüz civarındadır; esas ile ilgili bulunan bu hadîsleri açıklayan, tafsîlât veren, kayıt ve şartları bildiren hadîslerin sayısı ise dört bine ulaşmaktadır.(14)
b) Sünnette nesih:
İslâm'ın bünyesinde bulunan kolaylık prensibinin gereklerinden birinin de nesih olduğuna, bu sayede ilk müslümanların önemli ve köklü bir kültür değişmesini, ârızasız olarak gerçekleştirme imkânı bulduklarına daha önce işaret edilmişti. Bu cümleden olarak Kur'ân-ı Kerîm âyetleri arasında olduğu gibi hadîsler arasında, hattâ hadîsler ile âyetler arasında nesih tartışılmış olmakla beraber bazı hadîslerin birbirini neshetmiş olması vâkıası genellikle kabul edilmiş ve bu konuda müstakil eserler kaleme alınmıştır.(15) Sünnet'te nesih olayı da Rasûlullah devri özelliklerinden biri olup, daha sonraki devirlerde Sünnet'in neshi mümkün değildir.
c) Sünnetin yazılması ve toplanması:
Fıkh'ın kaynakları bakımından ilk tedvîni Kur'ân-ı Kerîm'in yazılıp Mushaf haline getirilmesidir, ikinci tedvîni ise Sünnet'in yazılıp ayrı kitaplarda ve farklı tertipler içinde derlenmesidir. Bu son iş yani çeşitli tertipler içinde Sünnet'in kitaplara geçirilmesi, kitaplaştırılması (tasnif) hicrî ikinci asırda gerçekleşmiş olmakla beraber tertipsiz olarak yazılması ve büyük küçük mecmûalarda ve sayfalarda muhâfazası (tedvîn) Rasûlullah (s.a.)'in zamanına kadar uzanmaktadır. Gerçi Rasûlullah (s.a) başlangıçta, Kur'ân âyetleri ile karıştırılmasın diye hadîslerin yazılmasını yasaklamıştır. Ancak yine başlangıçta güvendiği kimselerin yazmalarına izin verdiği gibi, karıştırılma ihtimali ortadan kalktıktan sonra yasağını geri almış ve genel olarak yazmaya izin vermiştir.(16) Buhârî'nin Sahîh'i ve Müslim'in Sahîh'inin İlim bölümleri ile benzeri kaynaklarda, Hz. Peygamber'in hayatının sonlarına doğru yazma izni verdiğini gösteren açık ve güçlü ifadeler mevcuttur. Süleyman Nedvî, Prof. M. Hamîdullah, Prof. Fuad Sezgin gibi âlimlerin araştırmaları, hadîsin çok erken bir zamanda yazılmaya başladığını ve Buhârî, Muvatta gibi önemli hadîs kaynaklarının sözlü rivayetler yanında yazılı rivayetlere de dayandığını ortaya koymuştur.
Şüphesiz hadîslerin konularına göre kitaplara geçirilmesi daha sonraki zamanlarda yapılmıştır ve bu yapılırken daha önce yazılmış bulunan Fıkıh kitaplarının tertibinden istifade edilmiş, yahut bunların tesiri altında kalınmıştır. Ancak böyle bir tertiple olmasa bile hadîslerin, Hz. Peygamber zamanından itibaren hâfızlar yanında, yazılarak da muhâfaza edilmesi ve müctehidlerin fıkıh hükümlerini çıkarırken bu hadîslerden istifade etmeleri vâkıası Fıkh'ın oluşması ve tedvîni bakımından büyük önem taşımaktadır.
d) Kitab ve Sünnet'in Fıkıh hükümlerini ifade şekli:
İlmî eserler ve bu arada Fıkıh kitapları belli bir metod ve üslûb ile yazılır; ifade şekli tekdüzedir, aynı hüküm ve fikirler belli cümle şekilleri ve terimler ile anlatılır. Kitâb ve Sünnet ise insan eseri değil, Allah'ın vahyi mahsûlüdür. Bu iki kaynakta insanlara gerekli bulunan bilgiler en güzel ve tesirli ifade şekilleri ile verilmiş, üslûb usanmadan tekrar tekrar okunacak şekilde ayarlanmış, hem konular, hem de ifade şekli bakımından çeşitliliğe yer verilmiştir. Bu sebeple mezkür kaynakların ve özellikle tertibi de ilâhî olan Kur'ân-ı Kerîm'in belli bir bölümünde, Fıkıh hükümleri, "şu haramdır, şu helaldir, şu akit şöyle yapılır, şartları şunlardır..." şeklinde verilmemiştir; bilgi ve hükümler yeri geldikçe değişik kelime ve cümlelerle ifade edilmiş ve çeşitli sûrelere serpiştirilmiştir. Bu cümleden olarak:
Helâller ve haramlar, "şu helaldir, size haram kılındı size helâl kılındı" şeklinde; farz kılınan hususlar "farz kıldık, Allah size farz kıldı, Allah hükmetti (kazâ), üzerinize şöyle yazıldı..." tarzında ifade edilmiştir.
Kimisi kesin, kimisi teşvik mahiyetinde olmak üzere istenen şeyler "Allah emretti, emreder, Allah şundan hoşnut ve razı olur, şöyle yapmanızda sakınca, günah ve kınama yoktur (bu üslûb daha ziyade serbest bırakılan davranışlar ve şeyler için kullanılır), şu işte, bu davranışta iyilik vardır, hayır vardır... şeklinde ifade edildiği gibi "şöyle yapın, şunu yapın" şeklinde açık emir kipi de kullanılmıştır.
Kesin veya teşvik mahiyetinde yasaklanan, yapılması istenmeyen hususlar da yukarıda geçenlerin tersi olan ifadelerle anlatılmıştır: "Allah şunu yapmanızı sevmez, şundan hoşnut kalmaz, razı olmaz, şu iyilik değildir, şunda hayır yoktur, şunda günah ve vebal vardır, şunu yapana Allah lânet eder, şu pistir, şeytan işidir, şunu yapmanın cezası cehennemdir, şunu yapmayın, şundan uzak durun..."
Bu ifadeler yanında Hz. Peygamber'in fiilleri, özellikle bir iş ve davranışı devamlı yapması yine hüküm kaynağı olarak değerlendirilmiştir.
Gerek ashâb ve gerekse daha sonra gelen müctehidler Kitâb ve Sünnet üslûbuna alışmış, maksadını anlamış, karîneleri de değerlendirerek gerektiğinde Fıkıh hükümlerini çıkarmış ve uygulamışlardır. Bu arada gerekçesi, dayanağı (illeti) zikredilen hükümlere kıyas yaparak da meselelere çözüm getirmişlerdir. Bununla beraber müctehidler Kitâb ve Sünnet'in açık ve kesin ifadelerine dayanmayan, ictihad ve yorum ile elde edilen bilgileri ve hükümleri için kesin ifadeler kullanmamış, "şu haram, bu helal, şu farz" dememiş, aksine "şunda sakınca yoktur, bu bana hoş gelmiyor, şu geçmişlerin fiillerine uymuyor, bu bana daha sevimli geliyor" gibi ifadeler kullanmayı tercih etmişlerdir.
14. İbn Kayyim, İ'lâmu'l-muvakki'în, C. II, s. 257.
15. Bu konuda yapılmış en yeni ilmî çalışma Ali Osman Koçkuzu'nun doktorasıdır; Hadîste Nâsîh-Mensûh Meselesi, İstanbul, 1985, tartışmalar için 145-165. sayfalar, örnekler için 175-340. sayfalar.
16. Hadîsin yazılmasını yasaklayan hadîs ile buna izin veren hadîsleri uzlaştırmak için birçok görüş ileri sürülmüştür: Yasaklanan yazılıp Kur'ân sayfaları ile beraber Hz. Peygamber'in evinde bırakılmasıdır, yasaklanan Kur'ân ile aynı sayfaya yazılmasıdır, yasaklama ezber işine sekte vermesin diye bazı şahıslara mahsustur gibi yorumlar bunlar arasındadır. Ancak uzmanların tercihine göre doğrusu, karışma tehlikesinin bulunduğu zaman genel olarak yasaklanmış, bu tehlike ortadan kalkınca da izin verilmiş olmasından ibarettir. İbn Kesîr, İhtisâru Ulûmi'l-hadîs, A. Şâkir neşri, Mısır, 1951, s. 132 vd.
Doğumdan ölüme, ibâdetten hayat nizamına kadar çok geniş bir sâhayı içine alan ve düzenleyen Fıkh'ın iki ana kaynağından ikincisi Sünnettir. Burada Sünnet'ten maksat, Rasûlullah'ın (s.a.) ümmet için örnek teşkil eden davranışlarının bütünüdür. Ancak bunları bize ileten ifadeler çoğu kere ashâba ve diğer râvilere ait bulunduğu (hadîsi Rasûlullah'ın sözleri ile değil, mânayı ve meali esas alarak naklettikleri) ve hadîslerin çoğunun ilk nesillerde tek râvi tarafından nakledildiği (haber-i vâhid olduğu) için Sünnet -Kur'ân-ı Kerîm'e nisbetle- ikinci kaynak olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber hadîs âlimlerinin ortaya koydukları ince ve sağlam güvenilirlik ölçülerine uygun bulunan hadîslerin, ister haber-i vâhid olsun, ister meşhur veya mütevatir olsun, bilgi ve hüküm kaynağı olacağı konusunda sünnî mezheblerin ittifakı vardır. Özellikle Fıkıh'ta kesin bilgi yerine zan ve kanâat yeterli bulunduğu için, Rasûlullah'a aidiyyeti ve ifadesi konularında haklı bir şüphe bulunmayan, bu iki bakımdan kişiye kanâat ve itminan veren hadislerin delil (hüküm kaynağı) olarak kullanılması tabîîdir. Hadîslerin ve dolayısıyle Sünnet'in kaynak olmasına karşı eski ve yeni muhalifler tarafından ileri sürülen deliller ve bunlar arasında bulunan: "Hadislerin Kur'ân-ı Kerîm ile karşılaştırılması ve ona uyanların kullanılması, uymayanların atılması" mânasını ifade eden uydurma hadîs, Fıkıh usûlü ve Hadîs usûlü kitaplarında ele alınmış, ilmî tenkit ve tahliller ile çürütülmüştür. Hadisi sahih kabul edenler ise, "uymayan" kavramına açıklık getirerek meseleyi klasik usulde bilinen metin tenkidine irca etmişlerdir.
Fıkıh kaynağı olarak Sünnet bir yandan Kur'ân-ı Kerîm'in açıklanmaya (beyâna) muhtaç bulunan âyetlerini açıklarken diğer yandan boşlukları doldurmakta; yani müstakil olarak -Kur'ân-ı Kerîm'de bulunmayan- hükümler koymaktadır. "Onlara indirileni halka açıklaman için sana sözü (Kur'ân'ı) indirdik." (Nahl: 16/44) meâlindeki âyet Rasûlullah'ın ve dolayısıyle Sünnet'in birinci rolüne; "Rasûl size neyi getirirse onu alın, kabul edin, size neyi yasaklarsa ondan da uzak durun" (Haşr: 59/7), "Gerçekten Rasûlullah'ta sizin için güzel bir örneklik vardır." (Ahzâb: 33/21), "De ki, Allah'a ve Rasûlüne itâat edin..." (Âlü-İmrân: 3/32), "...Rasûl onlara güzel şeyleri helal kılar, pis ve çirkin şeyleri de haram kılar..." meâlindeki âyetler ile bunları teyit eden hadîsler de Sünnet'in ikinci rolüne mesnet teşkil etmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de genel çizgileriyle anlatılan iman ve İslâm konularının, namaz, oruç, hac, zekât gibi temel ibâdetlerin ve benzeri hükümlerin geniş açıklamaları, Sünnet'in "açıklama" fonksiyonunun; fıtır sadakası, vitir namazı, evli kişilerin zinalarının cezası, bir kadının üzerine hala ve teyzesini almanın haram olşu, ehlî eşek etinin haram olması, ramazan orucunu kasten ve mazeretsiz bozan kimsenin yerine getireceği keffâret vb. yüzlerce hüküm de "boşlukları doldurma" fonksiyonunun örnekleridir. Sünnet kaynağının Fıkıh açısından önemini göstermesi bakımından İbn Kayyim'in verdiği rakkam da ilgi çekicidir; buna göre Sünnet kaynağında, Fıkıh hükümlerine esas teşkil eden hadîslerin sayısı beşyüz civarındadır; esas ile ilgili bulunan bu hadîsleri açıklayan, tafsîlât veren, kayıt ve şartları bildiren hadîslerin sayısı ise dört bine ulaşmaktadır.(14)
b) Sünnette nesih:
İslâm'ın bünyesinde bulunan kolaylık prensibinin gereklerinden birinin de nesih olduğuna, bu sayede ilk müslümanların önemli ve köklü bir kültür değişmesini, ârızasız olarak gerçekleştirme imkânı bulduklarına daha önce işaret edilmişti. Bu cümleden olarak Kur'ân-ı Kerîm âyetleri arasında olduğu gibi hadîsler arasında, hattâ hadîsler ile âyetler arasında nesih tartışılmış olmakla beraber bazı hadîslerin birbirini neshetmiş olması vâkıası genellikle kabul edilmiş ve bu konuda müstakil eserler kaleme alınmıştır.(15) Sünnet'te nesih olayı da Rasûlullah devri özelliklerinden biri olup, daha sonraki devirlerde Sünnet'in neshi mümkün değildir.
c) Sünnetin yazılması ve toplanması:
Fıkh'ın kaynakları bakımından ilk tedvîni Kur'ân-ı Kerîm'in yazılıp Mushaf haline getirilmesidir, ikinci tedvîni ise Sünnet'in yazılıp ayrı kitaplarda ve farklı tertipler içinde derlenmesidir. Bu son iş yani çeşitli tertipler içinde Sünnet'in kitaplara geçirilmesi, kitaplaştırılması (tasnif) hicrî ikinci asırda gerçekleşmiş olmakla beraber tertipsiz olarak yazılması ve büyük küçük mecmûalarda ve sayfalarda muhâfazası (tedvîn) Rasûlullah (s.a.)'in zamanına kadar uzanmaktadır. Gerçi Rasûlullah (s.a) başlangıçta, Kur'ân âyetleri ile karıştırılmasın diye hadîslerin yazılmasını yasaklamıştır. Ancak yine başlangıçta güvendiği kimselerin yazmalarına izin verdiği gibi, karıştırılma ihtimali ortadan kalktıktan sonra yasağını geri almış ve genel olarak yazmaya izin vermiştir.(16) Buhârî'nin Sahîh'i ve Müslim'in Sahîh'inin İlim bölümleri ile benzeri kaynaklarda, Hz. Peygamber'in hayatının sonlarına doğru yazma izni verdiğini gösteren açık ve güçlü ifadeler mevcuttur. Süleyman Nedvî, Prof. M. Hamîdullah, Prof. Fuad Sezgin gibi âlimlerin araştırmaları, hadîsin çok erken bir zamanda yazılmaya başladığını ve Buhârî, Muvatta gibi önemli hadîs kaynaklarının sözlü rivayetler yanında yazılı rivayetlere de dayandığını ortaya koymuştur.
Şüphesiz hadîslerin konularına göre kitaplara geçirilmesi daha sonraki zamanlarda yapılmıştır ve bu yapılırken daha önce yazılmış bulunan Fıkıh kitaplarının tertibinden istifade edilmiş, yahut bunların tesiri altında kalınmıştır. Ancak böyle bir tertiple olmasa bile hadîslerin, Hz. Peygamber zamanından itibaren hâfızlar yanında, yazılarak da muhâfaza edilmesi ve müctehidlerin fıkıh hükümlerini çıkarırken bu hadîslerden istifade etmeleri vâkıası Fıkh'ın oluşması ve tedvîni bakımından büyük önem taşımaktadır.
d) Kitab ve Sünnet'in Fıkıh hükümlerini ifade şekli:
İlmî eserler ve bu arada Fıkıh kitapları belli bir metod ve üslûb ile yazılır; ifade şekli tekdüzedir, aynı hüküm ve fikirler belli cümle şekilleri ve terimler ile anlatılır. Kitâb ve Sünnet ise insan eseri değil, Allah'ın vahyi mahsûlüdür. Bu iki kaynakta insanlara gerekli bulunan bilgiler en güzel ve tesirli ifade şekilleri ile verilmiş, üslûb usanmadan tekrar tekrar okunacak şekilde ayarlanmış, hem konular, hem de ifade şekli bakımından çeşitliliğe yer verilmiştir. Bu sebeple mezkür kaynakların ve özellikle tertibi de ilâhî olan Kur'ân-ı Kerîm'in belli bir bölümünde, Fıkıh hükümleri, "şu haramdır, şu helaldir, şu akit şöyle yapılır, şartları şunlardır..." şeklinde verilmemiştir; bilgi ve hükümler yeri geldikçe değişik kelime ve cümlelerle ifade edilmiş ve çeşitli sûrelere serpiştirilmiştir. Bu cümleden olarak:
Helâller ve haramlar, "şu helaldir, size haram kılındı size helâl kılındı" şeklinde; farz kılınan hususlar "farz kıldık, Allah size farz kıldı, Allah hükmetti (kazâ), üzerinize şöyle yazıldı..." tarzında ifade edilmiştir.
Kimisi kesin, kimisi teşvik mahiyetinde olmak üzere istenen şeyler "Allah emretti, emreder, Allah şundan hoşnut ve razı olur, şöyle yapmanızda sakınca, günah ve kınama yoktur (bu üslûb daha ziyade serbest bırakılan davranışlar ve şeyler için kullanılır), şu işte, bu davranışta iyilik vardır, hayır vardır... şeklinde ifade edildiği gibi "şöyle yapın, şunu yapın" şeklinde açık emir kipi de kullanılmıştır.
Kesin veya teşvik mahiyetinde yasaklanan, yapılması istenmeyen hususlar da yukarıda geçenlerin tersi olan ifadelerle anlatılmıştır: "Allah şunu yapmanızı sevmez, şundan hoşnut kalmaz, razı olmaz, şu iyilik değildir, şunda hayır yoktur, şunda günah ve vebal vardır, şunu yapana Allah lânet eder, şu pistir, şeytan işidir, şunu yapmanın cezası cehennemdir, şunu yapmayın, şundan uzak durun..."
Bu ifadeler yanında Hz. Peygamber'in fiilleri, özellikle bir iş ve davranışı devamlı yapması yine hüküm kaynağı olarak değerlendirilmiştir.
Gerek ashâb ve gerekse daha sonra gelen müctehidler Kitâb ve Sünnet üslûbuna alışmış, maksadını anlamış, karîneleri de değerlendirerek gerektiğinde Fıkıh hükümlerini çıkarmış ve uygulamışlardır. Bu arada gerekçesi, dayanağı (illeti) zikredilen hükümlere kıyas yaparak da meselelere çözüm getirmişlerdir. Bununla beraber müctehidler Kitâb ve Sünnet'in açık ve kesin ifadelerine dayanmayan, ictihad ve yorum ile elde edilen bilgileri ve hükümleri için kesin ifadeler kullanmamış, "şu haram, bu helal, şu farz" dememiş, aksine "şunda sakınca yoktur, bu bana hoş gelmiyor, şu geçmişlerin fiillerine uymuyor, bu bana daha sevimli geliyor" gibi ifadeler kullanmayı tercih etmişlerdir.
14. İbn Kayyim, İ'lâmu'l-muvakki'în, C. II, s. 257.
15. Bu konuda yapılmış en yeni ilmî çalışma Ali Osman Koçkuzu'nun doktorasıdır; Hadîste Nâsîh-Mensûh Meselesi, İstanbul, 1985, tartışmalar için 145-165. sayfalar, örnekler için 175-340. sayfalar.
16. Hadîsin yazılmasını yasaklayan hadîs ile buna izin veren hadîsleri uzlaştırmak için birçok görüş ileri sürülmüştür: Yasaklanan yazılıp Kur'ân sayfaları ile beraber Hz. Peygamber'in evinde bırakılmasıdır, yasaklanan Kur'ân ile aynı sayfaya yazılmasıdır, yasaklama ezber işine sekte vermesin diye bazı şahıslara mahsustur gibi yorumlar bunlar arasındadır. Ancak uzmanların tercihine göre doğrusu, karışma tehlikesinin bulunduğu zaman genel olarak yasaklanmış, bu tehlike ortadan kalkınca da izin verilmiş olmasından ibarettir. İbn Kesîr, İhtisâru Ulûmi'l-hadîs, A. Şâkir neşri, Mısır, 1951, s. 132 vd.