Kavramlar Sözlüğü
Ahd: Atama, belirleme
Akile: Hataen öldürme suçu işleyen kişiyle birlikle diyeti yüklenen kişiler anlamında olup, bunlar genelde kişinin asabesidir.
Anveten: Kılıç zoruyla, savaş yoluyla.
Arâyâ: 1) Sahibinin, ihtiyaç sahibine verilmek üzere hurmasını bağışladığı hurma ağacı.
2) Bey´ul-arâyâ: Yaş hurma yedirmek için diğer bir kişiden tahmini olarak verdiği kuru hurma kadar yaş hurma alması.
Arız: İlinek, ilineksel, geçici.
Aslî nefy: Boşluk, olumlu ya da olumsuz hüküm bulunmaması durumu.
Ayn: Dış dünyada var olan şey; deyn (borç) mukabili.
Bâis: Etken, İçitken, iç sevkedici, yönlendirici sebep
Bâtın: İç, görünmeyen
Bedene: Deve
Behimetu´l-en´âm: Deve, sığır, koyun gibi kara hayvanları
Beyyine: Gerçeği açığa çıkaran kesin delil. Muhakeme usulünde şahitlik vs. gibi ısbat vasıtalarına verilen ad.
Biaynihi: Bizzat, doğrudan, muayyen olarak
Bid´î talak: Sünnete uygun olmayan boşama
Bintu lebûn: İki yaşını doldurmuş dişi deve
Bintu mahâd: Bir yaşını doldurmuş dişi deve
Bulûğ: Ergenlik yaşına ulaşma, küçüklükten çıkıp, mükellefiyet merhalesine girme.
Cehd: Çaba, gayret
Celî: Açık, net
Cem1: Birleştirmek, biraraya getirmek, toplamak
Cemre: Çakıl, taş. Taş atılan yer.
Cerh-ta´dîl: (Hadis ilminde) ravi-lerin adaletinin araştırılması.
Cerime: Suç
Cevaz: İmkan, caİzlik Celd: Zina eden gayr-i muhsan kişilere ve zina iftirasında (kazf) bulunanlara, belirlenen ölçülerde değnek veya kamçı ile vurmak demek olup, her bir vuruşa celde denir.
Cibâye: Toplama
Cizye: İslam topraklarında oturan gayri müslimlerdcn alınan baş vergisi.
Cübrân: Telâfi, tedârik
Dâiye: İtici sebep, iç çağrı Dînar: Altın para Dirhem: Gümüş para. Ağırlık ölçüsü birimi.
Diyet: İnsan öldürmekten dolayı Öldüren tarafın vermesi gereken mal. Can/kan bedeli.
Emare: Belirti, iz. Erş: Öldürmeyle sonuçlanmayan yaralanmalarda verilmesi gereken mal. Eyyim: Kocasız kadın.
Fâcir: Bkz. Fücur
Fahva´l- kelam: sözün gelişinden çıkan anlam, muhteva.
Fasd: Bazı hastalıkların tedavisi amacıyla boyun damarından kan akı-tılmasıdır.
Fere: Yarık, kadının cinsel organı, (erkeğin ki içinde kullanılır)
Fevr: Hemen, derhal, çabucak.
Fevt: Ortadan kalkma, kaçıp gitme
Fidye: Bedel. Bir ibadetteki eksikliğe karşılık olarak Allah için takdim edilen şey (Oruç keffareti vs. gibi)
Fısk: Allah´ın emrine muhalefet etmek
Fücur: Doğrudan ayrılmak, isyan
Garar: Belirsizlik, işin nereye varacağının bilinmemesi, aldanma, risk, tehlike. Garar satımı: Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen şeyin salımı
Grum (Garame): Bir kimse üzerine, cinayet ve hıyanet dışında verdiği bir zarara bedel olarak ödemesi lazım gelen şeydir.
Gurre: Ceninin diyeti (kan bedeli) anlamında kullanılır. Gurre, kaliteli bir köle veya cariye olarak belirlen-
miştir. Ancak bunların kıymeti de ödenebilir
Haccâm: Hacamatçı
Hamr: Şarap
Havi: Sene
Hazr: Yasaklık, haramlık.
Hilaf: Tartışma, görüş ayrılığı.
Hıkka: Üç yaşını doldurmuş dişi deve.
Hırz: Koruma altına alınmış mekan, malın adeten korunduğu yerdir ki, korunan mala göre değişiklik arzeder.
Hutf: Geri kalma, aykırı davranma.
Hulul: Vakti gelmek, vadesi dolmak, girmek, yerleşmek.
Hüccet: Zannı galip oluşturabilecek mahiyetteki delil.
Ihsân: Meşru bir evlilik içinde zifafa girmiş olma durumu anlamındadır.
Ikâb: Cezalandırma, ceza, azap.
Iyne Satımı: Vadeli satın aldığı malı aynı mecliste daha ucuza peşin olarak geri satmak.
İbdâl: Bedel/ alternatif getirme.
İbra: Temize çıkarma, aklama, borçsuz kalma.
İczâ: Asgari yeterlilikle yerine getirme, kaza borcundan kurtulacak bi-Çİmde îfa.
İddet: Süre. Boşanan veya kocası ölen kadının beklemesi gereken süre.
İdlâ: Ulaşmak, bağlantılı olmak.
İdmâr: Zikretmemek, gizli tut [II, 396mak.
İhticâc: Hüccet getirme, gerekçelendirme.
İhtisar: Özetleme, kısaltma.
İktida: Birini önder edinmek, onun gibi davranmak.
İktizâ: Gerektirme, gerekme.
İktiran: Bitişme, yakınlaşma, hemen peşinden gelme, birliktelik, yakın/eş zamanlı olma.
İktisâr: Kısaltmak, hasretmek.
İlhak: Katma, dahil etme.
İlkâ: Atmak, koymak.
İltizâm: Yüklenme, üzerine alma, yerine getirmek durumunda olma.
İlzam: Gerekli kılmak, yüklemek, bağlamak.
İmsak: Tutmak, elde tutmak (nikah) geri durmak (oruç).
İmtisal: Uygun davranma, yerine getirme, boyun eğme, uyma.
İmtizaç: Tutma, karışma
İn´ikâd: Kuruluş, gerçekleşme, (akit için)hukuki varlık kazanma.
Inkirâz: Geçip gitme, yok olma.
İnkiyâd: Boyun eğmek.
İntifa: Bulunmama.
İrâdetu´l-Kâinat: Olan şeyleri dileme, murad etme.
İrtikâp: İşleme, yapma.
İstidlal: Delilden hareketle sonuca ulaşma, delile dayanma, delil gösterme.
İstifham: Soru sorma, anlama isteği.
İstiğrak: Bütünüyle içine alma, yutma, kaplama, kapsama.
İstihbâb: Müstehaplık, yapılması iyi/güzel olmak.
İstikra: Tümevarım, tek tek araştırma
İstîlâd: Efendinin, cariyesinden çocuk edinmesi durumu olup, böylesi cariyeye ümmü veled denir.
İstinbât: Çıkarmak. Hüküm istin-batı; ietihad yoluyla hükmün çıkarılması.
İstincâ: Abdest bozan kişinin su veya başka bir şeyle temizlenmesi.
İstintaç: Sonuç çıkarma, netice elde etme.
İstismar: Semere elde etme işi. Üretim, ürün alma.
İstİşhâd: Şahit getirme, desteğini alma.
İstitâat: Güç yetirme, yapabilme.
İşkal: Anlam kapalılığı.
İştiyak: Arzulama, Özlem duyma, şevk.
İtlaf: Telef etme, tüketme.
İ´tikâf: Oruçlunun ibadet maksadıyla mescidde kalması.
Itk: Azat etme, hürriyetine kavuşturma.
İttırad: Birbirine uymak, tabi olmak, düzenlilik, süreğenlik, tekdüzelik.
İttıradu´l-âdât: Olağan işlerin düzenji akışı.
İttiba: Tabi olmak, peşinden gitmek, uymak.
İttisal: Bitişme, buluşma.
İzmâr: Bk. İdmâr
Kariha: İnsanın söz söyleme ve görüş açıklamasını sağlayan zihnî yetenek, meleke.
Karine: İpucu.
Kasır: Özel, geçişsiz.
Kazf: Bir kimseye, onu zina töhmeti altında bırakacak bir söz söyleinektir.
Kefâet; Denklik.
Keffâret: Belli bir suçu/günahı yoketmek için Şer´in köle azadı, oruç tutma, yemek yedirme ve benzeri bir şeyi vacib kıldığı tasarruftur.
Kelâmu´n-nefs: İçsel konuşma.
Kesb: Çalışıp kazanma.
Keyl: (Hacim olarak) ölçme.
Kîrât: Beş arpa ağırlığında ağırlık Ölçüsü. (Hadiste, Uhud dağı anlamında)
Kitabe akdi: bk. Mükâtebe.
Kıntar: Çok mal.
Kıyemi: Piyasada misli bulunmayan, kıymete göre değerlendirilen.
Küt: Saklanabilir, dayanıklı yiyecek maddesi.
Liân: Lanetleşmek. Kocanın karısına zina isnadında bulunup, bunu dört şahitle isbat edememesi durumunda hakim önünde özel şekilde yeminleş-meleridir.
Mahzûf: Silinmiş, atılmış.
Makdur: Kudret sonucu oluşan, güç dahilinde olan.
Ma´lûfe: Yılın çoğunu ahırda yemlenerek geçiren hayvan.
Mansûs: Nas ile belirtilmiş, hakkında nass bulunan.
Mantuk: Açıkça söylenmiş, dile getirilmiş, sözlü ifade.
Maslahat: Yarar, fayda, iyilik.
Mazınne: Zan kaynağı, zan sebebi, kaynak.
Mebde: Başlangıç, hareket noktası.
Me´cûr: Ecir verilmiş, mükafatlandırılmış.
Medârik: Kaynak, idrak yeri.
Medlul: Delâlet edilen, gösterilen, delilin delâlet ettiği şey.
Mefkûd: Kendisinden haber alınmayan, nerede olduğu ve yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen kayıp kişi.
Me´haz: Kaynak, alınma yeri.
Mehir (Mehr) : Evlenme akdinde kocanın karısına vermesi gereken meblağ, mal.
Mekâdir: Mikdar´ın çoğulu olup, ölçü anlamına gelir.
Me´lûf: Alışılmış.
Menât: Dayanak, kaynak, illet.
Meyte: Usulüne göre boğazlan-maksızın veya avlanmaksızın ölmüş hayvan, murdar.
Mislî: Piyasada şeklen ve sureten benzeri/dengi kolayca bulunan.
Muaheze: Sorgulama, sorguya çekme.
Muâtât: Teati yoluyla satım; sözlü irade beyanı olmaksızın fiilen alip-verme yoluyla yapılan satım.
Mufavvıda: Mehir belirlenmeksi-zin evlenen ve zifaftan önce kocası ölen kadın.
Muhabere: Belli bir hisse karşılığında toprağı kiraya verme şeklinde yapılan tarım ortakçılığı.
Muhala´a: Erkeğin karısını kendisine verdiği mal mukabilinde boşaması.
Muhassıl: Derinleşmiş, mütehassıs.
Mut´a: Mehire hak kazanmaksızın boşanan kadına verilen mal, hediye. Faydalanma.
Muttarid: bk. İttirad.
Muztar: Zarurette/darda kalmış, meşru seçenekten yoksun kişi.
Müellef: Birleştirilmiş, uzlaştınl-mış.
Mübdel: Kendi yerine bedel getirilen şey, asi.
Mücâleme: İyi geçinme, iyi görünme.
Müdebber: Hürriyeti efendinin ölümüne bağlanmış köle.
Mühmel: İhmal edilmiş, hoşlanmış, anlamsız.
Mükâteb: Hakkında mükâtebe akdi yapılmış köle.
Mükteseb: Kazanılmış, elde edilmiş.
Mülhid: Dinden sapan, uzaklaşan.
Münhasır: Özel, hasredilmiş.
Müntefî: Nefyedilmiş, yok olmuş gitmiş.
Müsakkal: Âdeten öldürme amaçlı kullanımı olmayan kilo, taş vb. gibi şeyler.
Müslevlede: Kendisinden çocuk edilinilen câriye, ümmü veled.
Müsmir: Semere veren, doğuran (delil), ürün veren.
Müstesmir: Semere elde eden. (Müctehid) ürün alan üretimci.
Müşkil: Kapalı, zor anlaşılır.
Müteaddi: Geçişli.
Müteallak: İlgi kurulan, bağlantı yapılan, ilişkilendirtlen.
Müteazzir: İmkansız derecede zor.
Mütekarrib: Yakınlaşan.
Mütekavvim: Alınıp satılması, kullanılması şer´an caiz olan (mal).
Mütelâzim: Birbirine bağlı, biri olunca, diğeride olan.
Mütemâsil: Benzer, denk. Muvazi: Benzer, denk. Müzeyyef: Zayıf, değersiz.
Nakdiyet: Nakit olma, nakit para .oluş.
Nakz: Bozma, geçersizleştirme.
Nazar: İnceleme, araştırma, akıl yürütme.
Nebbâş: Kefen soyucu.
Nebîz: Hurma ve kuru üzüm gibi şeylerin suda bekletilmesi ile elde edilen sertlik/keskinlik kazanmış içecek.
Nefy: Yokluk, herhangi bir hükmün bulunmayışı, yokluk bildirimi.
Nezir (Nezr): Adamak, adak.
Nısab: Sözlük anlamı asıl ve mer-cidir. Terim olarak ise zekat gibi bazı vecibelerin, haddi sirkat gibi bazı cezaların vucubuna alamet olmak üzere Şarî´ tarafından konulan muayyen miktardır.
Nısab: Sözlük anlamı asıl ve mer-cidir. Terim olarak ise zekat gibi bazı vecibelerin, haddi sirkat gibi bazı cezaların vucubuna alamet olmak üzere Şarî´ tarafından konulan muayyen miktardır.
Nutk (nutuk): Söz söylemek, sözle ifade etmek, konuşmak.
örfül-luga: Dilin kullanım geleneği.
Rec´at (Ric´at): Dönüş, dönme. Ric´î talakta -iddelin tamamlanmasından önce- kocanın, karısına geri dönmesi.
Rüçhan: Ağır basma, üstün gelme.
Sarık: Hırsız.
Seleb: Savaşa katılan kişinin savaş esnasında yanında bulunan at, silah, giysi ve süs eşyası gibi, kendine has olan şeylerdir.
Selem: Akit meclisinde peşin ödenmiş semen mukabilinde daha sonra teslimi yapılacak olan mal üzerinde yapılan akit.
Sem´: Duyma, nakil, duyuntu, duyum. Şâri´den gelen, duyulan.
Semen: Fiyat, bedel.
Semere: Ürün, meyve, (hüküm).
Sevm-i nazar: Müşterinin, fiyatı Öğrenmeksizin veya fiyata razı olmaksızın malı bir bakayım, göstereyim vs., beğenirsem, beğenirlerse alırım diyerek kabzetmesidİr. Bu durumda mal müşteri elinde emanet hükmünde olur. Yani müşterinin elinde zayi olursa tazminle yükümlü olmaz.
Sevm-i şirâ: Müşterinin, malın fiyatını Öğrendikten sonra -bu fiyata razı olarak- hoşuma giderse bu fiyata alırım diyerek malı kabzetmesi, kabzedi-len mal, müşterinin elinde zayi olursa müşteri o malın kıymetini/piyasa değerini tazmin etmek durumundadır.
Sevr: Kaziyyede mevzuun fertlerinin kemmiyetine delalet eden lafız.
Seyyib: Cinsel ilişkide bulunmuş (er görmüş)kadın. Gerek ölüm, gerekse boşanma nedeniyle kocasından ayrılmış (dul kalmış) kadın.
Sîret: Hal, hareket, tavır, gidişat, tutum.
Sıyga: Sözün kalıbı, kip.
Subre: Yiyecek kümesi, yığın,
Sünnî talak: Sünnete uygun boşama.
Şâz: Ayrık, ayrıksı, genel kurala uymayan.
Şer´: Şeriat, Şâri´in hitabına bağlı olan. Ameİî-ferî hükümler. Hukuk. Hukuk düzeni.
Sığar nikahı: Trampa usulü evlilik. Kişinin, kızıyla evlendirtmesi üzere kızını bir başkasıyla evlendirmesi ki aynı durum kızkardeş ve anne için de geçerlidir. Bu durumda iki taraf da mehir vermez.
Şüf a: Bir gayri menkûlü salın almada öncelikli hak sahibi olma, onalım.
Şüphe: Kolay çürütülebilen zayıf gerekçe, iddia.
Taayyün: Belirli hale gelme, mu-ayyenleşme.
Tab´: Yapı, karekter, mizaç.
Ta´diye: Geçişli hale getirme, başkalarına taşırma, sirayet ettirme.
Ta´dil: Düzeltme, adil olduğunu söyleme.
Tahakküm: 1) Delilsiz ve keyfî olarak hüküm verme, 2) Hüküm koyma yetkisi, illeti akılla kavranamayan hüküm koymak, teabbüd.
Tahtie: Hataya nisbet etme hatalı olduğunu söyleme.
Takyid: Kayıtlama.
Ta´lik: Bağlama, ilişkilendirme.
Tasriye: Kelime olarak suyu hapsedip toplamak demektir, terim olarak da alıcının hayvanı çok sütlü zannetmesini sağlamak için hayvanın sütünün satımından Önce kasıtlı olarak sa-ğılmayıp memede tutulmasıdır.
Teaddi: Geçişli hale gelme, düşmanlık etme.
Teabbüd: Mükellef tutmak, amel etmek, illeti akılla kavranamayan hüküm koymak. İbadet ve hizmet etmek.
Teamül: Yaygın uygulama
Teânüd: İnatlaşma, cedelleşme.
Teberriik: Bere ket umma, uğur sayma, bereketlenme.
Tecsim: Cisimlendirme, cisim is-nad elmc.
Tedebbür: Sonunu hesaplama, düşünme.
Teemmül: İyice anlamaya çalışmak, üzerinde durmak.
Teessî: Birini örnek/model edinme, iktida etmek.
Tefâvüt: Farklılaşma, değişiklik, fark.
Tefsik: Fasıklığa nisbet etmek.
Tefvit: Fevt etme, kaçırma.
Telbis: Karıştırma, yanıltma.
Telhis: Özünü çıkarma. Özetleme.
Temekkün: İmkan bulma, yer tutma.
Temessül: Şekillenmek, biçime girmek.
Tesâkut: Düşüşmek, karşılıklı olarak düşmek.
Te´sîm: Günaha nisbet etme günahkar olduğunu söyleme.
Tevabi´: (Tekili) Tâbi, uydu.
Tevakkuf: Kararsızlık, belirsizlik, çekimserlik, duraksama.
Tevkif: Doğrudan ve bağlayıcı bir şekilde bildirme, öğretme, üstbildirim.
Ukr: Şüphe taşıyan cinsel ilişki sebebiyle, kadına ödenmesi gereken
istifade bedeli, mehir anlamındadır.
Umûmu´l-belvâ: Genel olarak toplumu ilgilendiren ve herkesin karşı karşıya kalıp hükmünü bilmeye gerek duyacağı varsayılan durum. Bir şeyin, çoğunluğun bilgisi dışında kalmayacak yaygınlıkta olması.
Vaîd: Azap tehdidi.
Vaz´: Koyma, yapma, konuluş, konum, kullanım.
Vesk: 60 sâ´Iık bir ölçü biçimi.
Vizan: Hareket noktası, simetri, ölçüt, eşdeğer karşılık.
Vürûd: Gelmek, varid olmak.
Zıhar: Bir fıkıh terimi olarak, kocanın "sen bana anamın sırtı gibisin" vb. ifadelerle karısını, kendisine nikahı düşmeyen kadınlara benzetmesidir.
Akile: Hataen öldürme suçu işleyen kişiyle birlikle diyeti yüklenen kişiler anlamında olup, bunlar genelde kişinin asabesidir.
Anveten: Kılıç zoruyla, savaş yoluyla.
Arâyâ: 1) Sahibinin, ihtiyaç sahibine verilmek üzere hurmasını bağışladığı hurma ağacı.
2) Bey´ul-arâyâ: Yaş hurma yedirmek için diğer bir kişiden tahmini olarak verdiği kuru hurma kadar yaş hurma alması.
Arız: İlinek, ilineksel, geçici.
Aslî nefy: Boşluk, olumlu ya da olumsuz hüküm bulunmaması durumu.
Ayn: Dış dünyada var olan şey; deyn (borç) mukabili.
Bâis: Etken, İçitken, iç sevkedici, yönlendirici sebep
Bâtın: İç, görünmeyen
Bedene: Deve
Behimetu´l-en´âm: Deve, sığır, koyun gibi kara hayvanları
Beyyine: Gerçeği açığa çıkaran kesin delil. Muhakeme usulünde şahitlik vs. gibi ısbat vasıtalarına verilen ad.
Biaynihi: Bizzat, doğrudan, muayyen olarak
Bid´î talak: Sünnete uygun olmayan boşama
Bintu lebûn: İki yaşını doldurmuş dişi deve
Bintu mahâd: Bir yaşını doldurmuş dişi deve
Bulûğ: Ergenlik yaşına ulaşma, küçüklükten çıkıp, mükellefiyet merhalesine girme.
Cehd: Çaba, gayret
Celî: Açık, net
Cem1: Birleştirmek, biraraya getirmek, toplamak
Cemre: Çakıl, taş. Taş atılan yer.
Cerh-ta´dîl: (Hadis ilminde) ravi-lerin adaletinin araştırılması.
Cerime: Suç
Cevaz: İmkan, caİzlik Celd: Zina eden gayr-i muhsan kişilere ve zina iftirasında (kazf) bulunanlara, belirlenen ölçülerde değnek veya kamçı ile vurmak demek olup, her bir vuruşa celde denir.
Cibâye: Toplama
Cizye: İslam topraklarında oturan gayri müslimlerdcn alınan baş vergisi.
Cübrân: Telâfi, tedârik
Dâiye: İtici sebep, iç çağrı Dînar: Altın para Dirhem: Gümüş para. Ağırlık ölçüsü birimi.
Diyet: İnsan öldürmekten dolayı Öldüren tarafın vermesi gereken mal. Can/kan bedeli.
Emare: Belirti, iz. Erş: Öldürmeyle sonuçlanmayan yaralanmalarda verilmesi gereken mal. Eyyim: Kocasız kadın.
Fâcir: Bkz. Fücur
Fahva´l- kelam: sözün gelişinden çıkan anlam, muhteva.
Fasd: Bazı hastalıkların tedavisi amacıyla boyun damarından kan akı-tılmasıdır.
Fere: Yarık, kadının cinsel organı, (erkeğin ki içinde kullanılır)
Fevr: Hemen, derhal, çabucak.
Fevt: Ortadan kalkma, kaçıp gitme
Fidye: Bedel. Bir ibadetteki eksikliğe karşılık olarak Allah için takdim edilen şey (Oruç keffareti vs. gibi)
Fısk: Allah´ın emrine muhalefet etmek
Fücur: Doğrudan ayrılmak, isyan
Garar: Belirsizlik, işin nereye varacağının bilinmemesi, aldanma, risk, tehlike. Garar satımı: Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen şeyin salımı
Grum (Garame): Bir kimse üzerine, cinayet ve hıyanet dışında verdiği bir zarara bedel olarak ödemesi lazım gelen şeydir.
Gurre: Ceninin diyeti (kan bedeli) anlamında kullanılır. Gurre, kaliteli bir köle veya cariye olarak belirlen-
miştir. Ancak bunların kıymeti de ödenebilir
Haccâm: Hacamatçı
Hamr: Şarap
Havi: Sene
Hazr: Yasaklık, haramlık.
Hilaf: Tartışma, görüş ayrılığı.
Hıkka: Üç yaşını doldurmuş dişi deve.
Hırz: Koruma altına alınmış mekan, malın adeten korunduğu yerdir ki, korunan mala göre değişiklik arzeder.
Hutf: Geri kalma, aykırı davranma.
Hulul: Vakti gelmek, vadesi dolmak, girmek, yerleşmek.
Hüccet: Zannı galip oluşturabilecek mahiyetteki delil.
Ihsân: Meşru bir evlilik içinde zifafa girmiş olma durumu anlamındadır.
Ikâb: Cezalandırma, ceza, azap.
Iyne Satımı: Vadeli satın aldığı malı aynı mecliste daha ucuza peşin olarak geri satmak.
İbdâl: Bedel/ alternatif getirme.
İbra: Temize çıkarma, aklama, borçsuz kalma.
İczâ: Asgari yeterlilikle yerine getirme, kaza borcundan kurtulacak bi-Çİmde îfa.
İddet: Süre. Boşanan veya kocası ölen kadının beklemesi gereken süre.
İdlâ: Ulaşmak, bağlantılı olmak.
İdmâr: Zikretmemek, gizli tut [II, 396mak.
İhticâc: Hüccet getirme, gerekçelendirme.
İhtisar: Özetleme, kısaltma.
İktida: Birini önder edinmek, onun gibi davranmak.
İktizâ: Gerektirme, gerekme.
İktiran: Bitişme, yakınlaşma, hemen peşinden gelme, birliktelik, yakın/eş zamanlı olma.
İktisâr: Kısaltmak, hasretmek.
İlhak: Katma, dahil etme.
İlkâ: Atmak, koymak.
İltizâm: Yüklenme, üzerine alma, yerine getirmek durumunda olma.
İlzam: Gerekli kılmak, yüklemek, bağlamak.
İmsak: Tutmak, elde tutmak (nikah) geri durmak (oruç).
İmtisal: Uygun davranma, yerine getirme, boyun eğme, uyma.
İmtizaç: Tutma, karışma
İn´ikâd: Kuruluş, gerçekleşme, (akit için)hukuki varlık kazanma.
Inkirâz: Geçip gitme, yok olma.
İnkiyâd: Boyun eğmek.
İntifa: Bulunmama.
İrâdetu´l-Kâinat: Olan şeyleri dileme, murad etme.
İrtikâp: İşleme, yapma.
İstidlal: Delilden hareketle sonuca ulaşma, delile dayanma, delil gösterme.
İstifham: Soru sorma, anlama isteği.
İstiğrak: Bütünüyle içine alma, yutma, kaplama, kapsama.
İstihbâb: Müstehaplık, yapılması iyi/güzel olmak.
İstikra: Tümevarım, tek tek araştırma
İstîlâd: Efendinin, cariyesinden çocuk edinmesi durumu olup, böylesi cariyeye ümmü veled denir.
İstinbât: Çıkarmak. Hüküm istin-batı; ietihad yoluyla hükmün çıkarılması.
İstincâ: Abdest bozan kişinin su veya başka bir şeyle temizlenmesi.
İstintaç: Sonuç çıkarma, netice elde etme.
İstismar: Semere elde etme işi. Üretim, ürün alma.
İstİşhâd: Şahit getirme, desteğini alma.
İstitâat: Güç yetirme, yapabilme.
İşkal: Anlam kapalılığı.
İştiyak: Arzulama, Özlem duyma, şevk.
İtlaf: Telef etme, tüketme.
İ´tikâf: Oruçlunun ibadet maksadıyla mescidde kalması.
Itk: Azat etme, hürriyetine kavuşturma.
İttırad: Birbirine uymak, tabi olmak, düzenlilik, süreğenlik, tekdüzelik.
İttıradu´l-âdât: Olağan işlerin düzenji akışı.
İttiba: Tabi olmak, peşinden gitmek, uymak.
İttisal: Bitişme, buluşma.
İzmâr: Bk. İdmâr
Kariha: İnsanın söz söyleme ve görüş açıklamasını sağlayan zihnî yetenek, meleke.
Karine: İpucu.
Kasır: Özel, geçişsiz.
Kazf: Bir kimseye, onu zina töhmeti altında bırakacak bir söz söyleinektir.
Kefâet; Denklik.
Keffâret: Belli bir suçu/günahı yoketmek için Şer´in köle azadı, oruç tutma, yemek yedirme ve benzeri bir şeyi vacib kıldığı tasarruftur.
Kelâmu´n-nefs: İçsel konuşma.
Kesb: Çalışıp kazanma.
Keyl: (Hacim olarak) ölçme.
Kîrât: Beş arpa ağırlığında ağırlık Ölçüsü. (Hadiste, Uhud dağı anlamında)
Kitabe akdi: bk. Mükâtebe.
Kıntar: Çok mal.
Kıyemi: Piyasada misli bulunmayan, kıymete göre değerlendirilen.
Küt: Saklanabilir, dayanıklı yiyecek maddesi.
Liân: Lanetleşmek. Kocanın karısına zina isnadında bulunup, bunu dört şahitle isbat edememesi durumunda hakim önünde özel şekilde yeminleş-meleridir.
Mahzûf: Silinmiş, atılmış.
Makdur: Kudret sonucu oluşan, güç dahilinde olan.
Ma´lûfe: Yılın çoğunu ahırda yemlenerek geçiren hayvan.
Mansûs: Nas ile belirtilmiş, hakkında nass bulunan.
Mantuk: Açıkça söylenmiş, dile getirilmiş, sözlü ifade.
Maslahat: Yarar, fayda, iyilik.
Mazınne: Zan kaynağı, zan sebebi, kaynak.
Mebde: Başlangıç, hareket noktası.
Me´cûr: Ecir verilmiş, mükafatlandırılmış.
Medârik: Kaynak, idrak yeri.
Medlul: Delâlet edilen, gösterilen, delilin delâlet ettiği şey.
Mefkûd: Kendisinden haber alınmayan, nerede olduğu ve yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen kayıp kişi.
Me´haz: Kaynak, alınma yeri.
Mehir (Mehr) : Evlenme akdinde kocanın karısına vermesi gereken meblağ, mal.
Mekâdir: Mikdar´ın çoğulu olup, ölçü anlamına gelir.
Me´lûf: Alışılmış.
Menât: Dayanak, kaynak, illet.
Meyte: Usulüne göre boğazlan-maksızın veya avlanmaksızın ölmüş hayvan, murdar.
Mislî: Piyasada şeklen ve sureten benzeri/dengi kolayca bulunan.
Muaheze: Sorgulama, sorguya çekme.
Muâtât: Teati yoluyla satım; sözlü irade beyanı olmaksızın fiilen alip-verme yoluyla yapılan satım.
Mufavvıda: Mehir belirlenmeksi-zin evlenen ve zifaftan önce kocası ölen kadın.
Muhabere: Belli bir hisse karşılığında toprağı kiraya verme şeklinde yapılan tarım ortakçılığı.
Muhala´a: Erkeğin karısını kendisine verdiği mal mukabilinde boşaması.
Muhassıl: Derinleşmiş, mütehassıs.
Mut´a: Mehire hak kazanmaksızın boşanan kadına verilen mal, hediye. Faydalanma.
Muttarid: bk. İttirad.
Muztar: Zarurette/darda kalmış, meşru seçenekten yoksun kişi.
Müellef: Birleştirilmiş, uzlaştınl-mış.
Mübdel: Kendi yerine bedel getirilen şey, asi.
Mücâleme: İyi geçinme, iyi görünme.
Müdebber: Hürriyeti efendinin ölümüne bağlanmış köle.
Mühmel: İhmal edilmiş, hoşlanmış, anlamsız.
Mükâteb: Hakkında mükâtebe akdi yapılmış köle.
Mükteseb: Kazanılmış, elde edilmiş.
Mülhid: Dinden sapan, uzaklaşan.
Münhasır: Özel, hasredilmiş.
Müntefî: Nefyedilmiş, yok olmuş gitmiş.
Müsakkal: Âdeten öldürme amaçlı kullanımı olmayan kilo, taş vb. gibi şeyler.
Müslevlede: Kendisinden çocuk edilinilen câriye, ümmü veled.
Müsmir: Semere veren, doğuran (delil), ürün veren.
Müstesmir: Semere elde eden. (Müctehid) ürün alan üretimci.
Müşkil: Kapalı, zor anlaşılır.
Müteaddi: Geçişli.
Müteallak: İlgi kurulan, bağlantı yapılan, ilişkilendirtlen.
Müteazzir: İmkansız derecede zor.
Mütekarrib: Yakınlaşan.
Mütekavvim: Alınıp satılması, kullanılması şer´an caiz olan (mal).
Mütelâzim: Birbirine bağlı, biri olunca, diğeride olan.
Mütemâsil: Benzer, denk. Muvazi: Benzer, denk. Müzeyyef: Zayıf, değersiz.
Nakdiyet: Nakit olma, nakit para .oluş.
Nakz: Bozma, geçersizleştirme.
Nazar: İnceleme, araştırma, akıl yürütme.
Nebbâş: Kefen soyucu.
Nebîz: Hurma ve kuru üzüm gibi şeylerin suda bekletilmesi ile elde edilen sertlik/keskinlik kazanmış içecek.
Nefy: Yokluk, herhangi bir hükmün bulunmayışı, yokluk bildirimi.
Nezir (Nezr): Adamak, adak.
Nısab: Sözlük anlamı asıl ve mer-cidir. Terim olarak ise zekat gibi bazı vecibelerin, haddi sirkat gibi bazı cezaların vucubuna alamet olmak üzere Şarî´ tarafından konulan muayyen miktardır.
Nısab: Sözlük anlamı asıl ve mer-cidir. Terim olarak ise zekat gibi bazı vecibelerin, haddi sirkat gibi bazı cezaların vucubuna alamet olmak üzere Şarî´ tarafından konulan muayyen miktardır.
Nutk (nutuk): Söz söylemek, sözle ifade etmek, konuşmak.
örfül-luga: Dilin kullanım geleneği.
Rec´at (Ric´at): Dönüş, dönme. Ric´î talakta -iddelin tamamlanmasından önce- kocanın, karısına geri dönmesi.
Rüçhan: Ağır basma, üstün gelme.
Sarık: Hırsız.
Seleb: Savaşa katılan kişinin savaş esnasında yanında bulunan at, silah, giysi ve süs eşyası gibi, kendine has olan şeylerdir.
Selem: Akit meclisinde peşin ödenmiş semen mukabilinde daha sonra teslimi yapılacak olan mal üzerinde yapılan akit.
Sem´: Duyma, nakil, duyuntu, duyum. Şâri´den gelen, duyulan.
Semen: Fiyat, bedel.
Semere: Ürün, meyve, (hüküm).
Sevm-i nazar: Müşterinin, fiyatı Öğrenmeksizin veya fiyata razı olmaksızın malı bir bakayım, göstereyim vs., beğenirsem, beğenirlerse alırım diyerek kabzetmesidİr. Bu durumda mal müşteri elinde emanet hükmünde olur. Yani müşterinin elinde zayi olursa tazminle yükümlü olmaz.
Sevm-i şirâ: Müşterinin, malın fiyatını Öğrendikten sonra -bu fiyata razı olarak- hoşuma giderse bu fiyata alırım diyerek malı kabzetmesi, kabzedi-len mal, müşterinin elinde zayi olursa müşteri o malın kıymetini/piyasa değerini tazmin etmek durumundadır.
Sevr: Kaziyyede mevzuun fertlerinin kemmiyetine delalet eden lafız.
Seyyib: Cinsel ilişkide bulunmuş (er görmüş)kadın. Gerek ölüm, gerekse boşanma nedeniyle kocasından ayrılmış (dul kalmış) kadın.
Sîret: Hal, hareket, tavır, gidişat, tutum.
Sıyga: Sözün kalıbı, kip.
Subre: Yiyecek kümesi, yığın,
Sünnî talak: Sünnete uygun boşama.
Şâz: Ayrık, ayrıksı, genel kurala uymayan.
Şer´: Şeriat, Şâri´in hitabına bağlı olan. Ameİî-ferî hükümler. Hukuk. Hukuk düzeni.
Sığar nikahı: Trampa usulü evlilik. Kişinin, kızıyla evlendirtmesi üzere kızını bir başkasıyla evlendirmesi ki aynı durum kızkardeş ve anne için de geçerlidir. Bu durumda iki taraf da mehir vermez.
Şüf a: Bir gayri menkûlü salın almada öncelikli hak sahibi olma, onalım.
Şüphe: Kolay çürütülebilen zayıf gerekçe, iddia.
Taayyün: Belirli hale gelme, mu-ayyenleşme.
Tab´: Yapı, karekter, mizaç.
Ta´diye: Geçişli hale getirme, başkalarına taşırma, sirayet ettirme.
Ta´dil: Düzeltme, adil olduğunu söyleme.
Tahakküm: 1) Delilsiz ve keyfî olarak hüküm verme, 2) Hüküm koyma yetkisi, illeti akılla kavranamayan hüküm koymak, teabbüd.
Tahtie: Hataya nisbet etme hatalı olduğunu söyleme.
Takyid: Kayıtlama.
Ta´lik: Bağlama, ilişkilendirme.
Tasriye: Kelime olarak suyu hapsedip toplamak demektir, terim olarak da alıcının hayvanı çok sütlü zannetmesini sağlamak için hayvanın sütünün satımından Önce kasıtlı olarak sa-ğılmayıp memede tutulmasıdır.
Teaddi: Geçişli hale gelme, düşmanlık etme.
Teabbüd: Mükellef tutmak, amel etmek, illeti akılla kavranamayan hüküm koymak. İbadet ve hizmet etmek.
Teamül: Yaygın uygulama
Teânüd: İnatlaşma, cedelleşme.
Teberriik: Bere ket umma, uğur sayma, bereketlenme.
Tecsim: Cisimlendirme, cisim is-nad elmc.
Tedebbür: Sonunu hesaplama, düşünme.
Teemmül: İyice anlamaya çalışmak, üzerinde durmak.
Teessî: Birini örnek/model edinme, iktida etmek.
Tefâvüt: Farklılaşma, değişiklik, fark.
Tefsik: Fasıklığa nisbet etmek.
Tefvit: Fevt etme, kaçırma.
Telbis: Karıştırma, yanıltma.
Telhis: Özünü çıkarma. Özetleme.
Temekkün: İmkan bulma, yer tutma.
Temessül: Şekillenmek, biçime girmek.
Tesâkut: Düşüşmek, karşılıklı olarak düşmek.
Te´sîm: Günaha nisbet etme günahkar olduğunu söyleme.
Tevabi´: (Tekili) Tâbi, uydu.
Tevakkuf: Kararsızlık, belirsizlik, çekimserlik, duraksama.
Tevkif: Doğrudan ve bağlayıcı bir şekilde bildirme, öğretme, üstbildirim.
Ukr: Şüphe taşıyan cinsel ilişki sebebiyle, kadına ödenmesi gereken
istifade bedeli, mehir anlamındadır.
Umûmu´l-belvâ: Genel olarak toplumu ilgilendiren ve herkesin karşı karşıya kalıp hükmünü bilmeye gerek duyacağı varsayılan durum. Bir şeyin, çoğunluğun bilgisi dışında kalmayacak yaygınlıkta olması.
Vaîd: Azap tehdidi.
Vaz´: Koyma, yapma, konuluş, konum, kullanım.
Vesk: 60 sâ´Iık bir ölçü biçimi.
Vizan: Hareket noktası, simetri, ölçüt, eşdeğer karşılık.
Vürûd: Gelmek, varid olmak.
Zıhar: Bir fıkıh terimi olarak, kocanın "sen bana anamın sırtı gibisin" vb. ifadelerle karısını, kendisine nikahı düşmeyen kadınlara benzetmesidir.
Konular
- Mecellenin Kaldırılması
- Akidlerde İtibar Maksad ve Mânâyadır; Elfaz ve Mebâniye Değildir.
- Yakın Şüphe İle Zail Olmaz.
- Bir Şeyin Bulunduğu Hal Üzere Kalması Asıldır.
- Kadîm Kıdemi Üzere Terk Olunur
- Zarar Kadîm Olmaz
- Beraati Zimmet Asıldır
- Arızî Sıfatlarda Aslolan Ademdir
- Bir Zamanda Sabit Olan Şey..
- Yeni Meydana Gelen Bir Olayın ..
- Kelâmda Aslolan Mânâ-yı Hakîkîdir
- Sarahat Karşısında Delâlete İtibar Yoktur
- Mevrid-i Nasda İçtihada Mesağ Yoktur
- Kıyasa Aykırı Olarak Sabit Olan Şey ..
- İctihadla İctihad Nakz Olunmaz
- Meşakkat Kolaylığı Celbeder
- Bir İş Daralınca Genişlemeye Yüz Tutar
- Zarar Ve Mukabele-i Bizzarar Yoktur
- Zarar İzâle Olunur
- Zaruretler Mahzurlu Şeyleri Mubah Kılar
- Zaruretler Kendi Miktarınca Takdir Olunur
- Bir Özür İçin Caiz Olan Şey ..
- Mâni' Zail Oldukta Memnît Avdet Eder
- Bir Zarar Kendi Misliyle İzale Olunmaz
- Zararı Âmmı Defi' İçin Zararı Hass İhtiyar Olunur
- Madde 21 = Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları
- İSLAM VE MODERN HUKUK KARŞILAŞTIRILMASIYLA CEZA HUKUKUNA VE KISASA KISA BİR BAKIŞ
- İSLAM'DA İNSAN HAKLARI
- OSMANLI'DA MECELLE VE FRANSIZ MEDENİ KANUNUNU TARTIŞMALARI
- DÜNYADA HUKUK EĞİTİMİ VE AVUKATLIK STAJI