Zarar kadim olmaz

Mecelle`nin genel kuralları arasında "zarar kadîm olmaz" kuralı da vardı. Aslında bu bir "genel kural" değil, "lâ zarar..." ilkesinden doğan bir ilke idi. Bizde köklü bir Hukuk Felsefesi anlayışı bir türlü yerleşemediği için, şimdi Mecelle`nin bu genel ilkelerinden söz etmek bile, "gericilik şahlanıyor" feryadlarına gerekçe olabilir. Oysa Sevgi`den doğan temel değerlerin Davranış Felsefesi ve dolayısıyla Hukuk Felsefesi bilincine varılmadıkça, toplumların geleceği güvencede olamaz.

"Zarar kadîm olmaz" ilkesi; anlamsız ve sonuçta zararlı bir tutuculuğa karşı çıkar: -" Eskiden beri böyle gelmiş böyle gider!" - Burada "kıdem", "kötü"nün alıkonmasına gerekçe olamaz, kadîm kıdemi üzere terk edilmez, "zarar izale olunur"!

Şu halde, getirilmesi istenen bir değişiklikte, önce, değiştirilmesi istenen "düzenleme"nin "iyi" mi, "kötü" mü olduğuna bakmak gerekir. Bunun için de, Tabiî Hukuk` un evrensel ve temel ilkelerini ölçüt almaktan başka çare yoktur: Aslolan ibahedir, insan hürriyetidir. "Eylem"de "zarar" varsa, bu "eylem" ancak zararı önleme ölçüsünde yasaklanabilir. Tabiî Hukuk`un genel ilkeleri, insanlık değerini temel alan ilkelerdir. Anlamsız şekilcilik ve bu şekilcilikte direnme tutuculuğu ile Tabiî Hukuk`un temel ve evrensel ilkelerinin ilgisi yoktur. Başkasına "zarar" vermedikçe veya "zarar tehlikesi" ihdas etmedikçe kişinin hürriyeti engellenemez.

Hukuk Devleti düzeni, insan toplumu düzenidir. Bu düzende yaşayan bir insan, "insanlık değeri"nin, yalnızca kendisinde değil, din, ırk, cins, dil, servet vs. ayırımı gözetilmeksizin hattâ o ülkenin Devleti`nin vatandaşı olup olmadığına bakılmaksızın, insanlık sınavına katılmış, Dünya denen insanlık sınavı dershanesine ayak basmış her öğrenciye bağışlanmış olduğunu bilmelidir. Bu; işin başlangıç noktasıdır. Hüviyyet`in "Hü"dan, "Hû"nun da "Elif", Elif`in de Evvel ve Ahir (Alfa ve omega) olan Allah olduğunu bilmedikçe, "emr, iş" konusunda "insan", "câhil" ve dolayısıyla "zalim" kalmış demektir. "Zalûm ve cehûl" kalmamak gerekir ki, sadece "yöneticiler" karşısında değil, Rabb karşısında da "değerli" olalım. Bunun için de önce "ötrü"den "Elif"e varabilmemiz, "Elif okuduk ötürü" diyebilmemiz gerekir. Bu sırra erebilmiş isek, "cümleten insanlar"a, insanlık değerlerine saygı gösterme açısından "bir göz" ile bakabiliriz. İşte bugün "Lâiklik ilkesi" dediğimiz ve kökünden keserek süs aracı olarak kullandığımız ilkenin temeli budur. Bu temel, Tabiî Hukuk`un temel ilkelerinin temelindeki değerlerdir ve temellerin temeli de Allah`dan, Vedûd` dan başka kaynağı olamayan Sevgidir. "Ötrü"yü "Elif" okuyup "Hû"dan "Allah"a varabilen, içtenlikle "Pazar eyledik götürü" diyebilir ve "Yaradandan ötürü", "Yaradılmış"ı hoş görür = sever".

Bu noktadan başlayamayanlar, neyin "zarar" olduğunu idrâk edemezler ve bunlar güçlü olursa, o ülkede "zarar kadîm olmaz" ilkesi unutulur. Geçmişde kalan zulümlerin sonuçlarının da kesildiği kuruntusuna düşülür. Oysa bir ülkede .. geçmişde büyük çapta zulümler işlenmiş ise, bunlardan "teberrî" etmek, onanmadığı, hoş görülmediği, örnek alınmayacağı belirtilmedikçe, o toplum içindeki güvensizlik, tehlikeli kırılgan çizgilere yol açar.

"Res publica", Hukuk Devleti`ni nasıl gerekiyorsa öyle sağlama ve sürdürme ödevi, "velâyet-i emr", ehline tevdi edilmesi gereken bir emanettir. Emaneti ehline tevdi edebilmek için, tevdi edenlerin de kendi eşit insanlık değerlerine ve insan haklarına "yabancılaştırılmamış" olmaları gerekir. Yoksa kendilerine emanet tevdi edilenler de Sevgiden doğan temel değerler bilinci ve inancından yoksun olurlar. Oysa bu bilinç, "kamu gücü" içindeki işbölümü`nün her kesiminde var olmak gerekir. Yoksa, yasama=yasaklamak, yargı=yarma olarak anlaşılır ve iş çığırından çıkar. Hele "yürütme"nin ne anlama gelebileceğini düşünmek bile istemiyorum.

Ey Azîzan, "yarma"dan da gelse, "yargıç", "saat tamirinde kullanılamayacak" olan baltayı gelişi güzel kullanma yetkisine sahip değildir. Zâtına hoşça bakmalı, hele kendisinin "balta" haline getirilmemesi için çok uyanık olmalıdır. "Iustitia" simgesini, "Adalet" Hanım`ı, "Yarmagül Abla" olarak görmeyelim zinhâr! Bir an önce kendimize gelelim. Neyin "hayr", neyin "şerr" olduğunu, neyin "zarar", neyin "yanlış", neyin "doğru" olduğunu görelim artık! Hukuk Fakülteleri, "zülüflü baltacılar" yetiştirmek için kurulmamıştır, yarmagül ablalar ocağı da değildir. Baltayla saat de yarılabilir, ne var ki saatin durması, zamanın durdurulması ve vadelerin çatmasının önlenmesi demek değildir.

2008-02-07 Yeni Şafak
HÜSEYİN HATEMİ