Şer'î hükümlerin esbabı ve hikemi teşriiyyesi :

Şer'î hükümlerin esbabı ve hikemi teşriiyyesi :


515 -: ttikadata, ibadata, ukubata ve muamelâta ait olan seri hükümlerin birer sebebi, birer hikmeti teşriiyyesi vardır. Bunlara dair yazılmış müstakil eserler mevcuttur. Usulü fıkıh ilmi de bu esbabdan. bu hikemi teşrüyyeden bahsetmektedir. Ezcümle Fenarî merhumun (Fu-rfulüibedaî) inde bu hususa dair iEsbabüşşeraî) unvanile bir bahisi mah­sus vardır.

Şöyle ki: şer'î hükümlerden, meselelerden her birinin istinad ettiği bir sebep vardır. Vakıa ahkâmı şeriyye, yalnız icabı ilâhi ile sabittir. Bun­da başkalarının tesiri yoktur. Fakat bu hükümler hakkındaki icabı ilânı, sarihan olabileceği gibi delâleten de olabilir. Bu halde biz bu hükümlere şer'î sebeplerin, delillerin delâletile muttali oluruz.

Evet., şüphe yok ki şer'î hükümlerin şarii, ancak Alîahütealâdır. An­cak bu hükümleri zahiren bir takım sebeplere izafe etmiş, bu hükümleri o sebepler üzerine müretteb kılmıştır. Bu da bir îûtfu ilâhîdir, mükellefler hakkında kolaylık göstermek hikmetine müstenittir.

Velhâsıl: Sebepler, birer emare ve alâmettir. Bizim şer'î hükümleri, vazifeleri bilmemize, onları matlûp vakitlerde eda edebilmemize yardım etmektedirler. Yoksa bunlar, o hükümlerde müessir, onların vücubünü bizzat müstelzîm değildirler.

Sonra bu şer'î hükümlerden her birinin meşruiyetinde bir hikmet, bir maslahat vardır ki bunların bir kısmı zahir, bir kısmı da bir mü­lâhaza neticesinde tecellî eder. Daha bir kısmmıdaancak şarii mübîn bi­lir.

Bu sebepere, hikmetlere (esbabı şeraî}, (hikemi şeraî) ve (hikemi teşriiye) adı verilmiştir.

Bu hikmetler, maslahatlarda şer'î hükümlerin nefisleri için değil, meşruiyetleri İçin birer sebebi gaî mesabesinde bulunmaktadırlar. Bun­lara kısmen işaret edeceğiz.

516 -: İtikatlara müteallik hükümlerin esbabı, bizim, varlığı-mızdır, ve bizleri muhit olup halikımızın varlığına şahadet eden mükev-venatın varlığıdır.

Şöyle ki: itikada vesaireye ait eshabı zahirenin bir kısmı; nas ile, icma ile sabittir. Meselâ: Alahütealâya iman için, yani: onun vücudunu, vahdaniyetini vesair sıfatlarım tasdik ve ikrar içm içinde yaşadığımın bu âlemin hudusü, adem ile mesbuk olması, bir sebebdir. Binaenaleyh o halikı zîşana iman etmek, her akıllı kimse için bir vazifedir. Hattâ mü­meyyiz bir çocuğun bile imanı sahihtir. Çünkü bu imanın sebebi olan âfak ve enfüs, mevcuddur, mütehakkiktir. Bu îmânın rükünleri olan tasdik ve ikrar da mevcut bulunmuştur.

Vakıa bir mümeyyiz çocuk, hakkında henüz teklif bulunmadığı için iman ile muhatab değildir. Fakat kendisi nazar ve teemmüle müstait ol­duğu için vuku bulacak imanı şer'an muteberdir.

İtikatlara ait hükümlerin hikem ve mesalihine gelince bunlar da dini hakkı hıfz etmek, dünyada da, ahirette de selâmete, ebedî saadete nail omlaktır. Dünya hayatındaki selâmet ve saadet: hadisi şerifinden münfehim olmaktadır. Şöyle ki: bir şahıs, bir kavm, kelimei şahadeti söyliyçrek islâmiyeti kabul etti mi ca­nı da, malı da müslümanlar arasında masum bir halde bulunur, islâm camiasına dahil olur. Müslümanların himayesini, uhuvvetini ihraz eder.

Ahıret hayatındaki saadete gelince: bir mümin; ahirette cennete girer, rüyetullaha nail olur. Artık bundan yüksek bir saadet mi olur ? Bir mümin, dünyadaki bazı günahlarından dolayı ahirette muazzeb olsa da bu, binnisbe hafiftir, müebbed değildir. Ve bazı günahkâr müminler hak­kında afvı ilâhînin tecellisi de me'muldür. İşte bunlar, bütün güzel iti­katların birer hikmeti, birer faidei ebediyyesi bulunmuştur,

517 -: ibadetlerin esbabına gelince bunlardan namazların sebebi muayyen vakitlerdir. Zekâtın sebebi, nisab mikdarı mala maluliyettir. Orucun sebebi, ya ramazanı şerif günlerinden herhangi biridir veya ra­mazanı şerif ayma kavuşmaktır. Haccm sebebi, Kâbei Muazzamanm var­lığıdır. Vakit ise cevazı edasımn şartıdır, istitaat de vücubi edasının şar­tıdır. Cihadın sebebi de düşmanın mevcudiyeti, fitnenin, hayatı islâmi-yeye sui kasdin melhuziyetidri. Bunların hikemi şer'iyyesi de kısmen şun­lardır.

(1) : Namazın başlıca hikmetleri AUahütealâya tazim, nimetlerine, şükür ve uhrevî sevaba nailiyettir. Namaz vasıtasile Haktealâ hazret­lerine ikbal ile tazimat arz edilmiş olur. Mâsivadan kavlen, fîlen, zahi­ren ve bâtınen ırâz ile Hakka teveccüh edilmiş olur. Namaz, müminlerin miracıdır, bir müminin manevî kurbiyyete nailiyetİ bu vesile ile kabil olabilir. Bunun maddî, -sıhhî menfaatleri de malûmdur.

(2) : Zekâtın şer'î hikmetleri de günahlardan temizlenmek, Hak Tealânın zatı akdesinemânen kurbiyet peyda etmektir, fakirlerin ihtiyaç­larını azaltmaya çalışmakla onların kalblerini tatyib, muhabbetlerini celh eylemektir, mal ve servetin bereketini temine muvaffak olmak, kalbi cim­rilik reziletinden, dünyaya düşkünlük hassasetinden berî kılmaktır. Bunun neticesinde de insan, cud ve kerem ile, muhabbeti ilâhiye ile, mah­lûku hüdaya şefkat ve merhamet hissile muttasıf olmuş olur.

Zekât, nimetin bir şükrânesidir. Şükr ise nimetin artmasına vesile­dir. Netikem bir âyeti kerimede eğer şükr ederseniz elbette nimetlerinizi arttırırım) buyurulmuştur. Bir hadi&i

şerifte de = İlâhi! infak edene helefi, imsak edene de telefi tacil buyur) diye varid olmuştur.

(3) : Orucun hikmetlerine gelince: oruç, mutedil bir riyazettir, insanın nefsi emmaresini kahra, batınım tasfiyeye vesiledir. Oruç sa­yesinde kalb, ilâhî hikmetlerin nüzulüne mahal olmaya salih bir hâle gelir. Oruç tutan, yemek ve içmekten münezzeh olan Haktealânın ahlâfîi-le tahallûk etmiş olur. Oruç, riya şaibesinden berîdir. Çünkü buna baş­kası muttali olamaz. Binaenaleyh bunun sevabı da o nisbette ziyadedir. Orucun sıhhî bakımdan f aideleri de malûmdur.

(4) : Haccm meşruiyetindeki hikmetler de pek çoktur. Ezcümle hac; islâmm izzetini, müslümanlarm birliğini, kardeşliğini izhara vesile­dir. Her taraftan gelip toplanmış olan müsîümanlar, birbirinden çok isti­fade edebilirler. Hac, en faideli, kudsî bir seyyahattir. Orada toplanmış, dünya libasından soyulmuş, beyaz ihramlara bürünmüş olan muazzam bir kütle, haşri ekberden hir numune teşkil eder. Hacda nefsi öldürme vardır. Her hacı, ehlinden, ünsiyet etmiş olduğu kimselerden ayrılmış, huzuzatmı, şehevatım bırakmış, badiyeye girerek kendisini bir takım mel­huz tehlikelere atmış fedakâr bir müslümandır. Arafat, arasattan bir nu­munedir. Heceri Esadi istilâm da yevmi misaktaki ahdi tecdid demek­tir. Hac âleminde -ölmenizden evvel ölünüz» sırrı tecellî eder. Bu ihtiyarı mevt sebebile de insan için bir hayatı tayyi-be yüz gösterir, bir ruhî şehanıet tecellîeder, bînihaye eltafı ilâhiyeye nailiyet husule gelir.

(5) : Cihadın hikmeti teşriiyesine gelince : cihad; kelimetullafrı îlâya, islâm varlığını muhafazaya, enbiyaı izamın bi'setlerindeki gayeyi tahkike vesiledir ki o da kulları hak yoluna davet, âlemi fesaddan tahli­ye, nâsi ebedî şekavete sebep olan küfürden tahlis etmektir.

Cihadda hakkın düşmanlarım ta'zip, Allanın dostlarının sinelerini tehzip vardır. Vakıa cihadda ibadî tâzip, bilâdî tahrib ciheti vardır: Fa­kat racih bir maslahatı mutazammın olduğu için meşru bulunmuştur. Her işin hükmü, kıymeti, neticelerine, akıbetlerine göredir.Hızır aîeyhisselâ-mın bir takım fakirlere ait bir sefineyi rahnedar etmesi, hasta bir şah­sın acı bir ilâç içmesi, bütün birer akıbeti haseneye müstenittir.

İlâhî nimetlerle dolu bir âlemin ebedî hayat ve saadetine kavuşmak için de fanî hayatı hak yolunda feda etmek ciheti iltizam olunur. Bir gazi her halde iki güzellikten, iki nimetten birile mahzuz olur. Bu, ya ganimet­le sevaba nailiyettir veya ülüTelbabm gıpta edecekleri şahadettir.

îmam Ali. radıyallahü tealâ anh demiştir ki : «Ölüm her halde mit-tehakkıktır, artık ölümün Allah yolunda olması ehaktır, evlâdır. *

Hâsılı, yurdunu, mukaddesatını müdafaa için cihad meydanına atı­lan bir müminin hayatı da, memati da gıptalara şayandır.

518 -: Kısas, hudud, kefaretler gibi cezaların, zâcirlerin, esbabı ve hikerni teşriiyesi de tafsile tâbidir. Şöyle ki:

Kısasın sebebi haksız yere amden katildir. Hadlerin sebebleri, müs­kiratı istimal, gayri meşru mukarenet, afif kimselere kazf. başkasının malını sirkat, yemine ademi riayet gibi şeylerdir. Bunların meşruiyetinde-ki hikmetler, maslahatlar ise şu vecihle hülâsa edilebilir:

(1) : Kısasın meşruiyeti, hayatı idame içindir. Çünkü sizin için kısasta bir hayat vardır) nazmı celili man-tukunca kısas, cemiyetin hayatını vikayeye vesiledir. Bu hususta şerif ile hasis arasında fark yoktur. Çünkü hepsi de kullukta, insanlıkta mü-tesavidirler. Maamafih iki şahıs bulunamaz ki aralarında vasfen tefavüt bulunmasın, eğer bu cihet nazarı itibara alınacak olsa kısas, müteazzir olur, fitne temadi eder. Kısas ise zulmen katil suretile parlıyan bir fitneyi teskin için maşru kılınmıştır. Kısas korkusu, mütecasirleri katle cür'et-ten men edeceği cihetle şahsî hayatı da sıyanete medardır, adaletin tecel­lisine hadimdir.

(2) : Haddi şürbün meşruiyeti, aklı muvakkaten olsun selb eden haram içkilerden vikaye hikmetine mübtenidir. Dini islâm, akıl ve irfan üzerine müesses ilâhî bir dindir. Peygamberimizin en büyük mucizesi de bir mucizei akliyye olan Kur'anı Mübîndir. Kur'amâzîm ise bir esrar ve ahkâm hazinesidir, ulemayı ümmet, bundan aleddevam ahkâm ve esrar istinbat etmektedirler. Binaenaleyh ümeti islâmiyye. aklı setr ederek bu gibi mealîyi tefekküre velev muvakkaten mâni olan şeylerden memnu bulunmuşlardır. Tâ ki daima akıl ve hikmet dairesinde hareket etsinler, daima dinlerinin mehasin ve mekârimini tefekkür edebilecek bir halde bu­lunsunlar. Bu cihetle sair ümmetlerden daha ziyade muhtaç bulunmuş­lardır ki, bu da haklarında bir imtiyazı mahsustur.

Müskirat, hayata, servete, nizamı âmmeye muzirdir. Müskiratın bi­dayeti islâmda hemen haram olmayıp da bir müddet'sonra tahrim edil­mesi, müskiratın fenalığını ümmeti merhumenin muayene ederek bunla­rın, tahrim buyurulmasmdaki lûtf ve keremi güzelce aniiyabilmeleri hik­metine müstenit bulunmuştur. Maamafih mutad bir şeyi defaten mende ademi inkiyat ihtimali mevcut olduğundan bunun tedricî surette men'i de hikmet muktezasmdan bulunmuştur.

(3) : Haddi zina, haddi kazf, haddi sirkatin meşruiyetlerindeki hikmetlerde şahısların ve cemiyetlerin nezahetîni muhafaza, şerefini vikaye, hayatını, emvalini sıyanet gibi şeylerdir. Filhakika haddi zina, nesebi, if­feti muhafazaya hadimdir. Haddi kazf, nassm ırzını, şerefini korumay;-vesiledir. Haddi sirkat, halkın malını, servetini tecavüzden vikayeye se-bebdir. Bunlar ise zaruriyyatı hayatiyyedendir, bunları her vecihle sıya-net ve himaye elzemdir.

(4) : Keffaretlere gelince bunlar, ibadetle ukubet cihetini cami bu­lunmaktadırlar. Bunlardan her birinin hikmeti meşruiyeti de pek mü­himdir. Keffareti savm, keffareti zihar, keffareti yemin, keffareti kati vesairenin kendilerine mahsus nice faideleri vardır. Ezcümle bunlar, gü­nahları setr ederek sevaba vesile olur. Bunlar, nefse, dine tecavüzden in­sanı zecr eder.

Meselâ : hata yolile öldürülen bir müslimin veya bir zimmînin di­yeti verilmekle bu yüzden husule gelen bir zarar mümkün mertebe telâfi edilmiş olur. Ve bundan dolayı keffaret olarak bir rakabe azad edil­mekle de ifna edilen bir nefs mukabilinde bir mümin köle veya cariye manen ihya edilmiş olur ki, bu da islâmiyetin hürriyeti beşeriyeye ne ka­dar kıymet verdiğini gösterir.

Rakabe azad etmekten âciz olan kimse ise bir nefsi mümine karşı­lık olmak üzere kendisinin aduvvullah olan nefsini manen öldürmek için iki ay muttasıl surette oruç tutar. Hataen katildeki cinayet, pek çirkin olduğu gibi bunda keffaret olmak üzere fukaraya taam itam edilmesi kâfi görülmemiştir-. Sair keffaretler ise bunun hilâfmadır.

519 -: Muamelâta gelince bunların başlicaları : münakehat, mv.-farekat, ı'tak, ıstıyad, zebh] hayvanat, mübayaat, icare, şirket, müzarea, müsakat, suların taksimi .vekâlet, kefalet, havale, emanet, hibe, vasiyet, îsa. vakıf, muhasemat, şahadet, musaleha, kaza, irs gibi şeylerdir. Bun­lardan her birinin bir sebebi vardır. İnsaniyet âleminin mukadder olan güne kadar bir intizam dairesinde devamını temin, bir şeye meşru su­rette malikiyyet bu esbab cümlesindendir. Bunlardan her birinin meşr1.;-iyetindeki hikmete gelince bunlara da icmaleh işaret edeceğiz. Şöyle ki:

(1) : Münakehatm hikmeti meşruiyeti, insan nevinin mukadder gü­ne kadar bekasına ve bu suretle insanlık âleminin devamına hizmet etmek­tir. Nikâh, Hazreti Âdemden mevrus bir sünneti asliyyedir, bir çok dinî ve dünyevî maslahatları mutazammındır. Bu cihetle nikâh, ibadet mânâ­sını müştemil ve nafile ibadetle iştigalden efdaldir. Nikâh, beşerî tabia+-lerdeki şehvanî temayüllerin gayri meşru neticeler vermesine mânidir. Neseb ve sıhriyyet, birer nimettir. Bu cihetle Hak Tealâ bunları imtina r. bakamında beyan buyurmuştur. Bu nimetler ise nikâh sayesinde tahak­kuk eder.

Resulü Ekrem Efendimiz, nikâha tergib buyurmuştur. Ümmeti merhumesinin artmasına vesile olacağı cihetle pek memduhdur. Maamafih şeraitini cami olmıyan kimseler hakkında nikâh, bazan mekruh ve* ya haram olur.

(2) : Mufarakatin hikmeti teşriiyyesi de görülen bir lüzuma meb-ni nikâh rabıtasını talâk ile, fesh ile bertaraf ederek dinî ve dünyevî mah­zurlardan halâs olmaktır. Nikâh bağlılığını izale etmek bir mufarakat ha­disesidir ki bu, haddi zatında menhiyyün anhdir. Fakat bazan nikâhtan beklenilen maslahatlar hâsıl olamaz. Zevç ile zevce arasında vücudu mat­lûp olan imtizaç ve istinasdan eser görülemez. O halde mufaarakat, bir halâs çaresi olur, her iki tarafa yeni bir hayat verir.

(3) : 1'takın meşruiyeti de insaniyete hizmet, sevaba nailiyyet hik­metine müstenittir, insanlar, esasen hür olarak yaratılmışlardır. Ancak küfrün bir cezası olmak üzere rık, esaret tecviz edilmiştir. Küfür, rıkkın sebebidir. Bu rıkkın devamı için sebebinin devamı lâzım gelmediğinden bir rakik, bilâhare müslüman olduktan sonra da rakik olarak kalır. Çün­kü hükmün bakası, sebebinin bakasından müstağnidir. İşte bu rık, biı-manevî zaftır, insan bu yüzden kudreti şer'iyyesini gaib eder, velayette, tasarruf atta, istiklâl gibi salâhiyetlerden mahrum kalır, bir nevi cemada-ta mülhak, ibtizale maruz bulunmuş olur. î'tak ise böyle bir insanı bu me­zelletten kurtarır, onu hürriyete kavuşturur, ona kuvvet verir, onu insa­nî haklardan tamamen müstefit eder. Şeriatı islâmiyede hürriyet matlûp olduğundan köleleri, cariyeleri azad etmek taatten sayılır, bu hususta bir takım hükümler ve dinî tergibler mevcuttur.

(4) : Istıyadın hikmeti meşruiyeti, âmmenin refahına hizmettir. Çünkü ıstıyad = avcılık da bir rızk yoludur. Hak Tealâ Hazretleri bir takım hayvanatı insanlara bir gıda olmak içinyaratmıştır. Avcılık yapan kimse, nâsın mallarına göz dikmekten beri, itisaf küduretinden müte-berrî bir surette rızkını temine çalışmış olur. Ancak bir kısım nâb = azı dişi ve mıhleb -yırtıcı pençe sahibi olan hayvanlar, haram bulunmuş­tur. Bunların etleri yiyilemez. Çünkü bu hayvanların tabiatlerinde zulra ve eziyet vermek hasleti vardır. Bu haslet ise bir manevî pisliktir ki, bu hayvanların etlerini yiyecek kimsenin tab'ına sirayet eder. Bunun içindir ki peygamber efendimiz )buyurmuştur. Yâni: çocuklarınızı ahmak kadınların sütlerile emzirtmeyiniz, çünkü süt, tesir eder. Nitekim: «ameller, haram ve habis lokmanın fesadile fâsid olur» di­ye de hükm edilmiştir.

Deniliyor ki : lokma, amelin mayasıdır. Lokma hayırlı olursa amel de hayırlı olur. Bilâkis lokma şerli olursa amel de şerli olur. Ha­ramdan başka değil, naa'siyete hâsıl olur. Halâlden de ancak hayır husule gelir. Âdeti ilâhiyye böyle carîdir. Ezcümle haram olan doğan etini yi-mekten kibr ve izaâ vücude gelir. Hınzir etini yimekten son derece hırs, hasaset, kılleti gayret ileri gelir, ehlî merkeb etini yemekten de belâdet, sui edeb tevellüt eder. işte bazı şeylerin hürmeti, bu gibi hikmetlere meb-nîdir.

(5) : Hayvanatın kesilmesindeki hikmeti şer'iyye de, onları temiz olmıyan maddelerden tathir vesairedir. Hayvanların hayatını boğazla­mak suretile gidermek, en az bir say ile kabil olur. Bununla hayvanın ec­zası temiz olmıyan hanlardan tathir edilmiş bulunur.

Hayvanları Allahü Tealâmn mübarek ismine mukarin bir halde bo­ğazlamakla da kendi mabutlarını zikr eden gayri müslimlere muhalefet edilmiş, Hak Tealânı» mukaddes ismile feyz ve bereket husule gelmiş olur.

Kurban zebhinde ise bir ziyafetullah mânâsı vardır. Bu kurban eti­nin üçte birini ahibbaya hibe, üçte birini de fakirlere tasadduk, mütebaki üçte birini de kendi nefsi ve ailesi için imsak etmek mendubdur.

Kurban kesmek, bir kurbettir, ümmeti islâmiyye hakkında bir kera­mettir, sevaba vesiledir.

(6) : Mübayaat = alım satım, içtimaî hayatın ihtiyaçlarını teh-vin hikmetini mutazammmdır. Bey' ve şira, icrayı sanat, maaş ve mead işlerini tanzime hadimdir. Çünkü ticaretle, kesb ile beldeler imar edilir. İbadullaha mukadder olan rıkzları kavuşur, tacirler, Allanın âmilleri sa­yılmıştır. Ticaretle Allah Tealâmn fazlı taleb olunur. Bu sayede güzelce yaşayış temin edilir.

Kesb, enbiyayı izamın sünnetidir. Her peygamber bir kesb tarikine salik olmuştur. Ancak riba gibi nizaa müeddî, adi ve ihsana münafî olan bazı muameleler haramdır. Bunlar, Hakkullahtan dolayı memnudur. Akid-ler, razı olsalar da bunlar halâl olmaz. Riba, gasbdari, sirkatten daha çir­kindir. Çünkü ribada Allah Taalâya karşı adaletten udul suretile bir mu­arıza vardır.

Bunun içindir ki, ribaya sapanlar hakkında buyurulmuştur. Yani: yok, eğer ribayı bilip de terk etmezseniz, size karşı Allah ile peygamberi tarafından bir harb vuku bulacağı malûmunuz ol­sun. Ne büyük tehdit î.

(7) : Icareye gelince bunda da bir takım ihtiyaçlardan kolaylıkla kurtulmak maslahatı vardır. Her kimse eve, dükkâna ve emsaline ma­lik olamaz ve her kimse servetini ticaretle tenmiye edemez. Binaen-alyh bazı servet sahipleri icareye vermek üzere akar ve emlâk tedarik ederler. Akar ve emlâke muhtaç .olan bir kısım kimseler de isticar sure­tile bu ihtiyaçlarım bertaraf ederler. Veliı_sıi: icare muamelesinden hem mucir, hem de müstecir olanlar müstefit olurlar.

(8) : Şirketlerin hikmeti teşriiyesi de, cemiyet hayatının refah ve suhulet içinde inkişafıdır. Malûmdur ki bazı kimseler, kendi başlarına bazı işleri görmeğe kadir olamazlar, bazı küçük sermayeler de büyük iş­leri başarmaya kifayet etmez. Bu cihetle başkalarile mesaî teşrikine ve küçük sermayeleri birleştirmeğe ihtiyaç görülür. İşte şirketlerle bu ihti­yaçlar temin edilir, iktisadi inki§aflar vücude gelir, medenî terakkiler tecellî eder. Elverir ki şerikler arasında samimî tesanüd ve istikamet bu­lunsun.

(9) : Müzaraanın, müsakatm; yani ekincilikle ve araziyi sulamak­la, imar etmekle iştigalin hikmeti teşriiyesi de zahirdir. Bunlarda da şirketlerdeki faideler, maslahatlar mevcuttur. Hak Tealâ Hazretleri, ha-yatımızın devamını bir takım gıdaî maddelerin vücuduna rabt etmiştir. Halbuki herkes, bunları bizzat istihsal edemez. Ve herkes, araziye, bos­tanlara, ağaçlıklara mâlik olamaz, bunları ıslaha, imara muktedir bulu­namaz. Binaenaleyh bu hususta da karşılıklı mesaî ve teavün cereyanı. içtimaî hayatın icabîanndan bulunmuştur ki, insanlar bu sayede teshi-lâta, maişetlerini elde etmeğe muvaffak olurlar.

(10) : Bir kısmı suların taksimata tâbi tutulmasmdaki hikmet ve maslahat da tevzii adeleyte riayet, içtimaî ihtiyaçları bir muntazam usul dairesinde temin gibi şeylerdir. Malûmdur ki hakkı şirbe dair bir takım hukikî meseleler vardır. Suların, münasib taksime tâbi tutulması bir ada­let eseridir, âlemin nizam ve intizamına hadimdir. Çünkü sular, haddi zatında mubah şeylerdir, eğer bir kısım ırmak vesaire suları birer mü­nasib vecihle taksime tabi tutulmasa cemiyet efradı arasında nizaa mü-eddî olur, bir nice insanlar, topraklarım sulamak nimetinden mahrum ka-lir, ihtiyaçlarım istifaya kadir olamazlar.

(11) : Vekâletin meşruiyeti de içtimaî hayatın bir kısım hacet­lerini temin ve teshil hikmet ve maslahatına müstenittir. Çünkü herkes, kendi işini daima bizzat yapamaz, onun yolunu bilemez. Bir hakkın zu­huru veya bir maksadın husulü için çok kere vekâlete lüzum görülür. El-fverir ki, vekil, ehliyeti haiz. istikametle muttasıf bulunsun.

(12) : Kefaletin hikmeti şeriyyesi de medenî ve içtimaî hayata yar­dımdır. Kefalet, bir ihtiyaç, bir teavün neticesidir. Çünkü bir kısım med­yunlara, müteahhitlere itimad edilmiyebilir. Kefalet ise bu itimadı temin, medenî muamelelerin emniyetle cereyanını teshil eder. Maamafih kefa­lette bulunan, mürüvvette, şefkat izharında, kardeşlik, insanlık hakkına riayette bulunmuş olur.

(13) : Havalenin hikmeti teşriiyesi de içtimaî hayata hizmettir. Ha-- vale, içtimaî bir ihtiyaç neticesidir. Bu sayede iktisadî hayatta bir inki­şaf yüz gösterir. Maamafih havale, bir teavün eseridir. Bunda bir insanın zimmetini borcdan kurtarmak, onu mütalebe zilletinden halâs etmek gibi güzel bir hizmet vardır. Bu yüzden mahzun, mükedder bir kalb, sevindi­rilmiş olur. Bir hadisi şerifte : «insanın kalbine sevinç bırakmak, mağ­fireti icab eden şeylerdendir.» diye buyurulmuştur. Bir rivayet de şüy!a varid olmuştur: «Kul kabrinden kalktığı zaman kendisini ilk karşihyacak şey, bir müslüman kardeşinin kalbine idhal etmiş olduğu sürür olacak­tır ki, bu sürür, güzel yüzlü bir surette temessül ederek.onu hayr ile müj­deleyecektir.»

(14) : Emanetlere riayetin hikmeti şeriyyesi de bedihîdir. Cemiyet arasında vedialar, ariyetler,'lûkatalar, birer emanet olmak üzere teca­vüzden masun bulunmak lâzım gelir. Bu, cemiyetin menfaati icabların-dandır.

Emanetlere riayet edilmesi, şahsî haklara riayetin bir neticesidir. Emanetlere hıyanet edilmemesi, cemiyet arasında mukabil teavün ve tenasurun cereyanına hizmet eder, ihtiyaçları tehvine vesile olur. E-manetlere hıyanet eden bir cemiyet efradı arasında ise emniyetten, iti­mattan eser kalmaz. Şahsî haklar zayi olur, âmme menfaatleri muh-tel olur, hayırhahlık yerine bedhahlık duygusu kaim olur.

Velhâsıl: emanetleri muhafazaya çalışmak bir vecibedir, bir mü­rüvvet ve insaniyyet eseridir. Emin olan kimse, Allah Tealâ ile kullan yanında sevimlidir. Bir hadisi şerifte: (Emanete riayet zenginliği, hı­yanet de züğürtlüğü celb eder» buyurulmustur. şüphe yok ki Allah Tealâ, emanetleri müstehiklerir.p vermenizi size emreder) nazmı celili de emanetlere riayetin lüzumunu nâtıktır.

(15) : Hibenin meşruiyeti de beşeriyet âleminde mürüvvet ve ih­sanın tecellisini, kalblerin, birbirine temayülünü temin hikmetini haizdir. Evet, hibe, bir mürüvvet eseridir, kalblerin tesanüdüne, birbirine tema­yülüne bir vesiledir. Nâsm hayırlısı, nasa, menfaat bahş olanıdır. Vâhib, Kerîm, rahim olan hallâkı zîşanın ahlâkile tahallûk etmek kemalini ihra­za çalışmış olur.

Deniliyor ki : ihsan, kalbleri sayd eder. însan, abidülihsandır. Eb-rarm cudunda ahrann istirkakı vardır.

Resulü Ekrem Efendimiz buyurmuştur. Evet karşılıklı hediye verilmesi, kalblerdeki buğz ve adaveti giderir, dostluğu kuvvetlendirir.

(16) : Vasiyyetin meşruiyyeti, hayattaki tefritleri, israfları, nok­sanları telâfi hikmet ve maslahatım mutazammındır. însan, bir takım emeller ile mağrur olur, güzel ameller hususunda ise taksirden kurtula­maz, kendisine arız olan bir hastalıktan dolayı hayattan mahrum kala­cağından korkup mâfâtı telâfiye muvaffak olmak isteyince vasiyette bu­lunur. Eğer ölürse uhrevî maksadı tahakkuk eder, sıhhat bulursa muhayyerdir, bu vasiyetten dönerek, malını daha mühim maksatlarına sar* edebilir.

Vasiyet, enbiyayı izamın sünnetidir, Netikem bir âyeti kerimede ve ibrahim oğullarına bu islâmiyyeti tav­siye eyledi) buyurulmuştur.

Vasiyette mekârimi ahlâk ile temerrün hasleti vardır. Vasiyet de vakıf gibi bir sadakai eariye mahiyetinde olabilir.

Bazı vasiyetler, farzdır: borçlan, keffaretleri eda ve kaza etmek hu­susundaki vasiyetler gibi. Bazı vasiyetler de nafiledir, bir malı bir hayir-h mevzie vasiyet gibi. Evlâd ve ahibbaya hak üzere sebat etmelerini va­siyet ve tavsiye de bu kabildendir.

(17) : Isânm -birini vasi tayin etmenin hikmeti meşruiyeti de bir vecibeyi ifa veya bir insanî vazifeyi icra etmek gibi şeylerdir. Bir kim­senin kendi yerine emîn bir zatı ikame etmesi vefatından sonra görülecek bir takım işleri böyle bir zata havale eylemesi bir kiyaset eseridir bir şef­kat nîşanesidir. Vasi olacak zatın bir isâyı kabul etmesi de kardeşlik. dosluk hukukuna riayet, hüsnü ahde vefa. îûtf ve ihsan ile ittisaf alâmo-tidir.

(18) : Vakfın meşruiyeündeki hikmet ve maslahat da diyanet ve insaniyete daimî bir halde hizmet etmektir. Vakıflar, islâm milletiniı: müşterek ve manevî servetini teşkir eder. Vakıflar sayesinde bir takın servetler, âmme menfaatine tahsis edilmiş, bu servetlerin meşru suretle devamı, tenmiyesi emniyet altına alınmış olur. Vakıflar, vasiyetlerde1.) efdaî birer sadakai cariyedir ki vâkıflarının amel defterlerine vefatların­dan sonra da sevab yazılıp durmasına vesile olur.

(19) : Muhasematın = dâvada bulunmanın meşruiyeti de bir takını meşru hakların zuhurunu, »muhafazasını temin gibi maslahatlara, hikme!-lere müstenittir. Başkalarına zulm eden, başkalarının haklarına riayet­kar olmıyan kimseler aleyhine açılan bir dâva, o kimseleri çok kere hakkı kabule ilca ederek kendilerini sahati ilâhiye hedef olmaktan kur­tarır ve cemiyet arasında ferdî münazaaların, adavetlerin zuhuruna mani olur.

Maamafih bazı hususlarda dâvadan sarfı nazar etmek, bir hakkı mütecavizine halâl kılmak, kardeşlik hakkına riayet ve şerefi, mürvetı sıyanet bakımından evlâ bulunur. Ancak hak sihibi, hakkına tecavüz eden şahsı ziyâde husumette bulunmaksızın mümataladan, günahtan kur­taracağını bilirse aleyhine dâva açması, müstahab olur.

(20) : Şahadetlerin meşruiyetindeki hikmet haklan izhara hizmet­tir. Filhakika şahadet, izharı hakka bir hizmettir, Şahid, şahadetini ol­duğu gibi eda ile memurdur. Şahadet, şahidin yanında ilâhî haklardan bir emanet demektir. Artık şahidin bu şahadette hıyanet etmesi caiz

olamaz.

Şahadetin en aşağı nisabı ikidir. Tâ ki şahidin sıdkı zahir olsun. Çün kü bir şahidin ifadesine beraeti zimmet veya dâva edilen" şeye müdetea aleyhin vaz'ı yedi muarız bulunur.

Gayri meşru mukareneter hakkında dört şahidin lüzumu ise bir ta­kım mefaside mani olmak, nas arasında fevahişin teşhiri hususunda ihti­yata riayet eylemek içindir. Çünkü namus ve haysiyete yanlışlıkla vurula­cak bir darbenin tamiri artık kabil olamaz.

(21) : Musalehanın hikmeti şer'iyyesi de insanların aralarını ıslah ile münazaaları bertaraf etmek gibi şeylerdir.

Sulh, ya an ikrarın olur. Bu halde davacı, malını bezi ile veya bir hakkını imhal suretile bir mürüvvet eseri göstermiş olur. Veya an ihkâ-rin olur. Bu halde de mürafaat külfeti ber taraf edilmiş olur. Çünkü her şahid, âdilâne şahadette bulunamaz, her hâkim de adaletle hükm ede­mez. Yemin etmemek İçin malı feda etmek İse yemine bir tazimdir ve ır­zı; namusu sıyanettir. Artık sulhu tecviz etmemek, fitnenin zuhurunu, dâva külfetinin bakasım, adavetlerin devamım istemek demektir ki asla doğru olamaz.

(22) : Kaza = muhakemenin hikmeti teşpiiyesi de adaleti temin, hukuku sıyanet gibi şeylerdir.

Kaza, şer'i şerifin hukukunu ikame demektir. Hâkimlerin huzurîa-rmdaki dâva, kıyamette, ( r^\ Jâ ^ ) -bugün zulümden eser yok­tur) diye nida edilecek günde allâmülguyub olan Hak Tealânın huzurı adaletindekİ kıyamı hatırlatmaya bir vesiledir.

İnsanlardaki hava, akl ve şer'a galib gelmekte olduğundan kendileri için bir hissî zacire ihtiyaç vardır, tâ ki nizamı âlem, devam etsin. îşte kaza ciheti, böyle bir zâcir ve mani olup bu nizamı idameye hadim bulun­maktadır.

(23) : irsin, tevarüsün hikemi şeriyyesi de mülkiyet hakkını mu­hafaza, aile hayatım sıyanet, karabet hukukuna riayet; iktisadî faali­yetin devamım, inkişafını temin gibi maslahatlardır.

Şeriat! islâmiye, ferdlerin, malikiyet hakkını tammış, bu hakka bü­yük bir kıymet ve ehemmiyet vermiş, bu hakkın mahfuziyetini iltizam Duyurmuştur, irs ise bu hakka malikiyetin meşru bir neticesidir.

Ferdlerin mülkiyet hakkına nailiyetleri, onların şereflerini yüksel* tir, İstidatlarının tecellîsine vesile olur.

Şeriati islâmiye, herkesi kendi menfaati namına çalışmak için mesaî sahasında serbest bırakmıştır. Kendi mesaîsinden ileride kendi ailesi ef-radının, kendi kariblerinin müstefid oîamıyacağını bilen bir şahsın hayatı felce uğrar, iktisadî faaliyeti sektedar olur, bütün günleri bir yeis ve keder içinde geçer gider. Böyle bir kimsenin faaliyeti başkalarının taz­yikine bağlı olacağından mihanikî bir hareket kabilinden sayılır. Böyle bir hal ise insanın yüksek kaderini mahv eder, insanı hürriyet nimetinden mahrum bırakır, esaret ve zillet içinde yaşatır.

Cemiyetlerin meşru surette terakkisi, ferdlerin kendi istidatları nis-betinde çalışmalarına ve bu çalışmalarının semeresini elde edebilmelerinp bağlıdır. Mülkiyet ve veraset haklarından mahrum bırakılan ferdler ise istidatlarının semerelerinden mahrum kalmış olurlar. Bir takım kabili­yetsiz şahıslar ile müsavi tutularak haklarında adalet kaidelerine riaye!. edilmemiş olur. Bunun neticesinde de bir çok cebrî, fevzavî hâdiseler, ha­ileler yüz gösterir.

Halbuki içinde yaşadığımız bu âlem, bir imtihan, bir müsabaka, bir mesaî âlemidir. Bu âlemde herkes kendi istidadının, kendi mesaisinin, se­merelerini iktitaf etmek lâzım gelir. Adaleti teşriiye, bunu muktezîdir.

Binaenaleyh şeriati islâmiye. herkesin maiikiyet ve tasarruf hakla­rını tanımış, tâyin etmiş her şahsın vefatında raetrûkâtmm muayyen kariblerine intikal edeceğini kabul ederek bu hakları en âdilâne, en ha­kimane bir surette himaye buyurmuştur. [33]