Hadislerin râvîleri, metinleri ve senetleri itibari ile nevileri:

Hadislerin râvîleri, metinleri ve senetleri itibari ile nevileri:


403 -: Sünnetler, hadisler, sadrı evvelden beri şüyu ve intişar ba­kımından mütevatir, meşhur ve müstefiz. haberi ahad nevilerine ayrıl­dığı gibi yine haberi ahad kabilinden olarak aziz, garib nevilerine de ayrılır.

Resulü Ekrem'e veya bir sahabîye veya tabiinden bir zata ref ve isal edilmeleri bakımından da merfu, mevkuf veya maktu nevilerine ayrılır.

Senetlerinin Resulü Ekrem'e veya bir sahabîye veya bir tabiîye bi-lâ inkıta isal edilip edilmemesi itibarile de muttasıl veya müsnet, mürsel, munkati, mu'dal, muanan, muallâk, müdelles nevilerine inkısam eder.

Sünnetler, hadisler, râvîlerinin adalet ve zapt gibi vasıflarına ve senetlerinin ittisal ve inkıta gibi hâllerine göre de sahih, hasen, zayıf muallel, metruk, şaz, münker nevilerine ayrılır.

Metinlerinin veya senetlerinin tebdil ve ilâvesi veya uydurulmuş ol­maları itibarile de müdreç. muztarib, musahhaf, muharref. müphem, mevzu nevilerine munkasim bulunur. Bunlara dair sırasile malûmat verilecektir.

404 -: Yukarıda mütevatir, meşhur, haberi ahad kabilinden olan sünnetlere dair malûmat verilmiştir. Hadisi aziz, hadisi garip denilen sünnetler de haberi ahad kabilindendir. Şöyle ki: Râvîleri iptidadan in­tihaya kadar en az iki zattan veya bazısı iki bazısı ikiden ziyade zevat­tan ibaret olan ve âhad derecesini geçmeyen bir sünnete «hadisi aziz» denir. Meselâ: bir hadisi şerifi yalnız Ebu Hüreyre ile Enes ibni Mâlik (radıyallahü anhüma) rivayet edip bunlardan da birer veya ikişer zat rivayet etse bir hadisi aziz olmuş olur. Maamafih şayi olan bir ıstılaha göre hadisi aziz ile hadisi meşhurda ilk tabakadaki râvînin birden ziya­de olması şart değildir. Binaenaleyh bir hadisi şerifi Resulü Ekrem'den evvelâ bir sahabî rivayet edip ondan da iki zat rivayet etse yine hadisi aziz olmuş olur. Bunlara «haberi aziz» de denir.

Hadisi garib'e gelince bu da her tabakada yalnız bir râvî tarafım­dan rivayet edilen hadistir. Buna «Ferd» de denir. Garip olan hadislerin, bir çoğu sahih değildir. Fakat bazıları da sahihtir. Garip olmak, sıh­hate mâni değildir. Senedini teşkil eden râvîierin adalet ve zapt derece­lerine göre ya sahih veya zayıf bulunur.

405 -: Sünnetler, Resulûllaha veya bir sahabîye veya bir tabiî­ye ref ve ittisal edilmelerinden dolayı merfû, mevkuf veya maktu adı­nı alır. Şöyle ki:

Hadisi hıerfü; Resulü Ekrem'den sarih veya sarih hükmünde ola­rak muttasıl veya münkati bir senet ile rivayet edilen herhangi bir ha­distir. Meselâ: Bir sahabînin, veya bir tabiînin, veya herhangi bir za­tın (kale Resulûllah.. = Resulü Ekrem sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurdu veya buyurmuştur veya şöyle yaptı veya yapmıştır veya şöy­le bir hâdiseye karşı sükût buyurdu veya buyurmuştur) diye rivayet et­tiği bir sünnet, sarahatten bir hadisi merfûdur.

Bir musannifin hiç senet zikr etmeksizin: (Kalennebiyyü sallallahü aleyhi vesellem = peygamber aleyhisselâtü vesselam şöyle buyurmuş­tur) diye naklettiği bir hadis de bu kabildendir.

Sahabei kiramdan veya tabiînden bir zatın akıl ile idrak edileme­yecek bir şeyi, meselâ: ahret hayatına müteallik bir hâdiseyi veya bir âyetin sebebi nüzulünü ve geçmiş veya gelecek zamana ait bir vakayı kur'anı mübinden veya israili yy âttan ahz etmeksizin ve Resulü Ekrem'e sarahaten isnat eylemeksizin nakl etse bu da hükmen merfû bir hadis olur. Çünkü buna başka türlü ıtlaı tasavvur olunamaz.

Bir sahabmin içtihat mevzuu olmayan bir işi meşru görerek işleme­si de Resulü Ekrem'e hükmen ref edilmiş bir hadisi fîlî sayılır. îmam Şafiînin rivayetine göre Hazreti Ali'nin küsuf namazının her rekâtında iki defadan ziyade rüküa varması bu cümledendir.

Kezalik: bir sahabînin: Biz Resulü Ekrem'in zamanında şöyle ya­pardık. Demesi veya: Biz şöyle yapmakla memur idik, veya şöyle yap­maktan nehy olunmuştuk. Demesi de bu kabildendir.

Hadisi mevkuf ise akıl İle idrâk edilecek bir-şeyin muttasıl veya munkati bir senet ile sahabei eüzinden birine sarahaten isnat ve ifca*v edilmesidir. Meselâ: «Hazreti Ömer, şöyle söyledi veva şöyle yaptı ve­ya şöyle bir hâdise karşısında sükût buyurdu» denilse bu bir hadisi mevkuf olmuş olur.

Hadisi maktua gelince bu da: akıl ile anlaşılabilen bir geyin' mut­tasıl veya munkati bir senet ile tabiîni kiramdan veya onların tâbilerin-den bir zata isnat edilmesi suretiel olan hadistir. Meselâ: Hasanı Bas-rî, şöyle dedi, veya yaptı veya şu hâdiseyi görüp sükût etti.» denilse bu, bir hadisi maktu olmuş olur.

Bu hâdiseler de, misallerden de anlaşılacağı üzere kavlî, fîlî, takri­ri kısımlarına ayrılmaktadır.

406 -: Senetlerinin Resulü Ekrem'e veya bir sahabîye veya bir ta­biîye bilâ inkıta isal edilip edilmemeleri bakımından muttasıl veya müs-net, mürsel, munkati vesaire nâmını alan hadislere gelince bunlardan muttasıl, mürsel, munkati hakkında (398, 399, 400, 401) inci rakamlar sırasında malûmat vermiş bulunuyoruz. Biz burada mu'dal, muan'an, muallâk, müdelîes denilen hadislere dair sırasile biraz malûmat vere­ceğiz.

407 - : Mû'dal: Sahabîye varıncaya kadar râvîlerinden iki veya daha ziyade vasıta zikredilmeyip terk edilmiş bulunan hadistir ki, bu da usuliyyuna göre mürsel demektir.

408 -: Muan'an: Senedinin bir yeya birkaç yerinde «an» tâbiri kullanılan, meselâ: (haddesena fülânün an fülânin an fülân..) diye riva­yet edilen hadistir. Buna «anane» tarikile rivayet de denir.

Sahih görülen kavle göre bu suretle hadis rivayet eden zatki, ken­disine «muan'in» denir. Eğer tedlis ile maruf değilse ve an = den lâfzile zikrettiği Şeyhî ile aralarında mülakat mümkün -İmam Buha-sırasmda malûmat vermiş bulunuyoruz. Biz burada mu'dal, muan'an, rîye göre sabit = ise rivayet ettiği bu hadîs, muttasıl sayılır. Bazı ule­maya göre ise, hadîsi muan'an, her hâlde munkati sayılır..

Bazan «an» yerinde (enne) kullanılır- Meselâ: (Haddesenezzühriy-yü ennebnel müseyyebe kale keza..) denilir. Cumhura göre bu da «an» hükmündedir. Mutlak olarak istimali, tedlisden selâmet, imkânı müla­kat şartile işitmeğe hami olunur, yâni râvî onu nakl ettiği zattan işit­miş sayılır.

Hadisi muan'ana bir misâl: Sahihi Buharı.

Yâni Buharı merhum Süleyman'dan, o da Şu'beden, o da Halidden, o da Kılâbeden, o da Enes ibni Mâlikten rivayet etmiştir. Peygamberi Zîşan Efendimiz buyurmuştur ki: Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni de aşerei mübeşşereden olan-Ebu Ubeydedir.

409 -: Muallâk, senedinin yalnız iptidasından bir veya birkaç râ-vîsi hazf edilmiş olan hadistir. Meselâ: Bir zat kendi şeyhini ve şeyhi­nin şeyhini zikr etmeksizin onların fevkindeki râvîlerden itibaren cezm sigasile senedi zikr etse, meselâ: (Flân dedi veya yaptı veya şöyle rivayet etmiştir.

Sahihi Buharide talik pek çoktur. Meselâ: (Allahü ehakku en yüs-tahya minhü -Allahü tealâ kendisinden haya olunmaya herkesten daha haklıdır.) hadisi şerifi muallâktır. Çünkü Buharı merhum, bunu «Kale behzübnü hakimin an ebihî an ceddihî anirinebiyyi sallâllahü aley­hi vesellem)* diye cezmen rivayet etmiştir. Halbuki Buharı, Behze yetiş­memiştir.

Hadisi muallâk, esasen red edilen hadisler kısmına dahildir*. Iskat edilen râvînin hali meçhul kalmış oluyor. Bu cihetle talik, bir kusur­dur ve mürtekibi tedlis ile meşhur ise hadis müdelies kabilinden sayılır. Fakat muallâk hadis, başka bir tarik ile rivayet olunur da bununla sa­kıt olan râvînin ismi bilinir ve onun sika olduğu anlaşılırsa bir hadisi sahih olabilir. Bahusus hadisi Buharî gibi bir zat cezm sigasile zikr ederse senedinin kendisince sabit olduğuna ve ancak sahih bir maksada mebni râvîyi hazf eylediğine hükmolünur.

Bazı ulemaya göre senedi hiç zikr edilmeksizin : (Kalennebiyyü sal-lallahü aleyhi vesellem = peygamber efendimiz şöyle buyurdu) diye nakl edilen bir hadis de «muallâk» sayılır.

410 -: Müdelies, senedinde râvîlerinden biri ligarezin bırakılmış, onun fevkindeki râvîden işitildiğini îham eder gibi bir tarzda rivayet olunmuş veya râvîlerinden biri bir garaza mebni kendi maruf ismile ve­ya künyesiîe zikr edilmemiş olan hadistir. Tedlis yapan râvîye: «mü-dellis» adı verilir. İsmi bırakılan râvîye de «müdellesün anh» denir.

Esasen tedlis, bir malın kusurunu müşteriden gizlemek manasına­dır. Bunun deles maddesinden müştak olduğu da söylenmiştir. Deles ise: Nur ile zulmetin, aydınlıkla karanlığın karışık bir hâlde bulunması de­mek olan alaca karanlıktan ibarettir.

Hadislerde tedlis üç suretle olur:

(1) : Tedlis fîl isnaddır ki, râvî, hadisi kendi şeyhinden işitmiş ol­duğu hâlde onu bırakıp hadisi mülâkî olduğu şeyhinin şeyhinden işitmiş olduğunu îham eder bir vecihle : Meselâ : «Kale fülânün» veya «an fülânin» diye rivayet eder. Halbuki bu hadisi, şeyhinin şeyhinden işit­memiş olduğu huffazı hadisin şahadetlerile mazbut bulunur.

(2) : Tedlis fittesviyedir ki râvî, şeyhini zikr etmekle beraber onun fevkinde bulunan râvîlerden birini za'fı sebebile terk eder, diğer si'ka olan râvîleri zikr ederek böylece senedin bütün ricalini mevsukiyet bakımından müsavi kılar. Buna «tecvit» de denir ki, gözleştirme de­mektir.

(3) : Tedlis fişşüyuhtur ki râvî, şeyhini veya şeyhinin şeyhini maruf olmayan bir ismile veya künyesile veya nisbetile zikr veya bir sı­fat ile tavsif ederek bu veçhile hadisin senedini metîn göstermek ister. Tedlisin en şerlisi budur.

BakiyyetübnülveKd, bu nevi tedlisi en ziyade yapanlardan imiş. Süf-vanübnü uyayne, ibni İshak, A'meş, Katade; Sevrî. Velid ibni Müslim gibi saduk zatlar da tedliste bulunmuşlardır.

«Tedlisler, bir fâsid garaza müstenit olursa, meselâ: râvînin zâfmı örtbas etmek veya o râvîden rivayete tenezzül etmemek gibi bir mak­sada mübteni olursa mezmum, makduh, olur. Fakat sahih bir garaza müstenit olursa, meselâ: senedi kısaltmak, veya şeyhî Sikadan olmak­la beraber samîierce meçhul bulunmak, veya aynı ismi tekrardan kaçın­mak, veya şeyhinin küçük olmasına mebni rivayetine kıymet verilme­mesinden korkmak gibi bir maksada mebni bulunursa mezmum. mak-duh olmaz. Bu veçhile tedlis, bir kizb değildir. Binaenaleyh müdellisin adaletini-iskat etmez. Fakat râvî. hadisi şeyhinden işitmiş olmadığı hâl­de onu ondan işitmiş olduğunu iktiza eden bir siga ile îrad eder, meselâ: «semıtü an fülânin = filândan işittim- veya «kaddesena fülânün -fi­lân bize haber verdi» derse bu, tedlis değil, kizb olur. Artık bu tedlis yapanın diğer rivayetleri de kabul edilmez.

Bazı zatlara göre hadisi müdelles. mutlaka kabul edilmez. Fakat sahih görülen şudur ki: râvî. işitmiş olduğunu beyan etmeksizin hadisi işitmek ihtimâli olan bir lâfz ile rivayet ederse bu. hadis mürseî hük­münde olur. Sahihi Buharîde ve Müslımde bu kabil hadisler vardır.

411 - : Hâvilerinin adalet ye zapt gibi vasıflarına ve senetlerinin

ittisal ve inkıtaı gibi hâllerine mebni sahih vesaire nevilerine ayrılan sünnetlere gelince bunlar da sırasile şunlardır:

412 - : Hadisi sahih: iptidasından müntehasına kadar âdil, zabit

râvîler tarafından muttasıl bir senet ile rivayet edilmiş olan hadisdır ki, iki kısma ayrılır.

Biri: sahih' lizatihîdir ki. râvîlerinde adalet ve zapt sıfatları, sene­dinde de ittisal hâli vechi kemal üzere bulunan ve şaz. muallel bulun­mayan hadistir.

Diğeri: sahih ligayrihîdiı ki. râvîlerin adalet ve zaptında bir nevi kusur ve noksan bulunmakla beraber diğer bir hadisi sahih ile teeyyüt etmekle veya daha birçok tarikler ile rivayet edilmekle veya sair bir veçhile senedindeki bu kusur ve noksan, cebir ve telâfi edilmiş olan ha­distir.

Demek ki, bir hadisin lizatihi sahih olması için başlıca beş şart vardır:

(1) : Muttasıl bir senet ile rivayet edilmiş olmalıdır. ,Bu hâlde mür-sel, muallâk, munkati, mu'dal olan hadisler, lizatihî sahih olamaz.

(2) : Râvîlerin hepsi de âdil olmalıdır. Adaletle maruf olmayan bir râvînin naklettiği hadis, lizatihî sahih değildir.

(3) : Râvîlerin hepsi de tamüzzabt olup nakl ettikleri şeyi hakkür. bellemiş, eksiksiz, artıksız olarak hıfz etmiş olmalıdır.

(4) : Şâz olmamalıdır.

(5) : Muallel olmamalıdır.

İmamı Âzam"a göre hadisin sıhhati için râvînin fakih olması da şarttır.

İmam Buharîye göre her râvînin rivayet ettiği hadisi kendi şeyhin­den işitmiş olduğunun sabit bulunması da bir şarttır.

413 -: Hadisi hasen, hadisi sahih ile hadisi zaif arasında bir mer­tebeyi haiz olan, yâni: -râvîlerinin sıfatlarında bir nevi kusur bulunan hadisdir ki, iki kısma ayrılır.

Biri: lizatihî hasendir ki. râvîsinin yalnız zaptında bir nevi kusur bulunup başka tarikler ile rivayet edilmek gibi bir suretle bu kusuru te-'âfi edilmemiş olan hadistir.

- Diğeri: ligayrihî hasendir ki, esasen hadisi zaif iken zaafı başka birçok tarikler ile rivayet edilmek gibi bir veçhile mündefi bulunan ha­distir.

«Hadisi zaif: râvîlerinin adalet ve zaptında veya senedinin ittisalin­de kusur bulunup başka bir veçhile bu kusuru cebr ve telâfi edilmemiş olan hadistir.

Mürsel, muallâk, mû'dal, munkaü. müdeîles, muallel, şâz, münker, metruk, müdrec, maklûp. muztarip. musahhaf, muharref denilen hadis­ler, bütün ahadisi zaife kabilindendir.

414 - : Hadisi sahih ile hadisi hasen. hem halâl ve haram husu­sunda, hem de muamelât hususunda ihticaca saiihtir. Hadisi zaif ise an­cak ibadete veya ahlâka dair t ergi p ve terhîp hususunda muteber olabi­lir, kendisile yalnız fezaili â'maî hususunda amel caiz görülebilir. Meğer ki, za'fı pek şiddetli olsun, meselâ: râvîsi yalan söylemekle, fahiş galat 'ar ile mâruf bulunsun. O takdirde bir hadis olarak telâkki edilemez.

Şunu da ilâve edelim ki: sahih ve hasen olan hadislerin dereceleri kuvvet -ve makbuliyet itibariîe mütefavet olduğu gibi zaif denilen hadis­lerin zaaf dereceleri de mütefavettir.

Bir de bir hadis hakkında sahih, hasen veya zaif denilmesi, râvîle-nnin sikadan olup olmadıklarına ve senedine nazarandır. Nefsülemir ıtibarile değildir. Yoksa olabilir ki, sahih denilen bir hadis, zaif bilâkis zaif sanılan bir hadis de haddi zatında sahih bulunmuş olur. Çünkü si-kattan olan bir râvînin hataya mâruz kalmış olması mümkündür. Zaif görülen bir râvînin d$ hakka tercüman olmuş bulunması melhuzdur. Şu kadar var ki, bizce nefsülemir meçhul olduğundan bizim için râvîlerin, ve senetlerin evsaf ve ahvâline bakmaktan, ona göre hüküm vermekten başka çare yoktur.

415 - : Hadisi muallel: hakkında kadh ve ta'm icap edecek olar kusurlardan salim görülen, bununla beraber kendisinde sıhhatini ihlâl edebilecek gizfi bir illeti kadh bulunan hadistir. Böyle bir hadisin sıh­hatine dokunabilecek gamız sebebi kadhe «illet» denir ki, buna ancak hadis ilminde pek çok maharetleri olan zatlar muttali olabilirler. Hattâ deniliyor ki, bir hadisin illetini keşf edebilmek fevkalâde bir ihataya mütevakkıftır, o hadisin bütün tariklerini, yâni: isnatlarını toplamaya Ve rivayetlerinin ihtilâfına, her birinin zapt ve itkanının derecesine dik­katle nazar etmeğe bağlıdır. Bir hadisin bütün tarikleri bir araya cem edilmedikçe muallel olup olmaması anlaşılamaz.

Bir râvînin naklettiği hadis hususunda vehme düşmesi, meselâ: metinleri veya râvîieri birbirine karıştırması, veya merfuu, mevkuf, ve bilâkis mevkufu merfu göstermesi, yahut kendisinden kuvvetli râvîlere muhalefet etmiş bulunması da nakl ettiği hadis hakkında birer illeti kadhtir. Velhâsıl kendisinde böyle bir illet bulunan hadise muallel de­nildiği gibi «alil», «malûl» de denir.

Meselâ: (Elbeyyiam bilhıyar ^ alan satan muhayyerdirler) hadisi şerifini Süfyanı Sevrî, Abdullah ibni Dinardan rivayet etmiştir. Bunu bir çok muhaddisler de böyle zapt etmişlerdir. Halbuki Yâlâ ibni Ubeyd, bu hadisi Süfyanı Sevrînin Arar ibni Dinardan rivayet ettiğini naklet­mekle gaflete düşmüştür. Binaenaleyh bu hadis, Yâ'lânın rivayetine na­zaran mualleldir. Şu kadar var ki Âmr ibni Dinar ile biraderi Abdullah ibni Dinardan her biri sika olduğundan bu gaflet, yalnız senede aittir, metne tesir etmiş değildir.

Muallel ,bir hadis ile amel cihetine gelince bakılır: eğer bu hadis-, deki illet, onun sıhhatini cerh etmediği gibi hakkında, ta'n ve kadhi de müstelzim değilse kendisile amel olunabilir. Sika tarafından muttasıl bir hadisi mürsel gibi rivayet etmek bu kabildendir. Fakat bu illet, hadisin sıhhatini cerh ederse veya onun hakkında ta'm mutazammın bulunur­sa o hadis ile amel edilemez.

416 -: Hadisi metruk; ibadet ve taat hususunda fisk ve taksiri veya rivayetinde gafleti ve çokça galatı bulunmakla zaif sayılan bir râ­vînin nakl ettiği hadistir. Böyle bir kimsenin rivayeti, sikadan hiçbir kimsenin rivayetine muhalif görülmediği hâlde yine metruktür.

Meselâ: = cennete ne bir hiylebaz, ne bir cimri, ne de eli altında bulunanlara kötü muamele eden bir kim­se girmeyecektir.) hadisi metruktür. Çünkü bunu yalnız Sadaka ibni Museddakik, Ferkadibni Mürre tarikile rivayet etmiştir. Bunu bu tarik ile başkası rivayet etmemiştir. Sadaka ile şeyhi olan Ferkad ise ziyade zaaf ile müttehemdirler.

Böyle bir hadisi zaif bir râvî, diğer zaif bir râvîye muhalif olarak nakl etse hangisinin za'fı hafif ise onun nakl ettiği mürecceh olur.

417 -: Hadisi şaz; makbul, sikadan mâdut olan bir râvînin ken­disinden daha makbul olan sikalara muhalif olarak nakl ettiği hadistir. Bu muhalefet, metinde olacağı gibi senette de olabilir.

Bazı muhaddislere göre şâz, bir sikanın münferiden rivayet ettiği hadistir veya yalnız bir isnadı bulunan hadistir. Bu hâlde râvîsi sika ise tevakkuf olunur, o hadis ile hemen ihticac edilmez, sika değilse hadisi «metruk» olur.

Meselâ: Musa ibni Uleyyin1: ye naklettiği hadis, yevmi arefe sözünün ilâvesine binaen şazdır. Çünkü bu hadis, bütün tariklerden yalnız: diye rivayet edilmiştir. Yâni: Kurban bayramının birinci günü gibi ikinci, üçüncü, dördüncü günlerinde de oruç tutulamaz. Bunlar yiyip içme —ziyafetul-lah-günleridir.

418 -: Hadisi münker; zaif bir râvînin rivayet ettiği hadise me tin veya senet itibarile muhalif olarak ondan daha zaif bir râvî tarafın­dan rivayet edilen hadistir. Bu hâlde evvelki râvînia hadisine «mâruf» denir ki, ikinci hadise nazaran müreccah olur.

Bazı muhaddislere göre münker, münferid râvîsinden başka tarik­ten metni mâruf olmayan hadistir ki buna «ferd» de denir. Bazı zatlara göre de münker ile şâz müttehittir.

Meselâ: Ebu îshak: her kim namazım kılar, zekâtını verir, hac eder, oruç tutar, misafirine de ziyafet verirse cennete girer.) hadisin merfû bir hadisi nebevi ola­rak tahric etmiştir. Halbuki bu hadis, diğer sikatin rivayetlerine göre; ibni Abbas Hazretlerinin sözü olmakla bir hadisi mevkuftur. Binaena­leyh ibni İshakm rivayetine nazaran münker bulunmuştur.

419 -: Metinleri veya senetleri tebdil ve tahrif edilmiş veya büs­bütün uydurulmuş olan hadislere gelince bunlar da aşağıda sırasile izah edileceği veçhile müdrec vesaire nâmile beş nev'e ayrılmıştır.

420 -: Hadisi müdrec; metnine veya senedine hariçten bir gey dere ve ithâl edilmiş olan hadistir ki, «müdrecülmetn» ve «nıüdrecülis-nad» kısımlarına ayrılır.

Müdrecülmetnde ya râvînin veya başkasının bir sözü hadisin ya ev­veline veya ortasına veya sonuna ilâve edilmiş olur.

Müdrecüssenette senet tebdil ve tağyir edilmiş, meselâ: râvî, ken­disine başka başka iki senetle rivayet edilmiş olan iki metni bu senet­lerden yalnız birile rivayet eylemiş olur.

İdrac, hadisin mücmelini izah, müşkilini tefsir, hükmünü beyan gi­bi sahih bir garaza müstenit dursa memnu olmaz. Fakat bâtıl bir mez­hebi teyit etmek gibi fâsid bir garaza müstenit olan idrac, memnudur.

Meselâ: Ebu Hüreyre radiyallahü anhten rivayet edilen hadisi müdrecülmetindir. Çünkü «Esbıgulvuzu» cüm­lesi, Ebu Hüreyre'nin kelâmı olup hadisin evveline ilâve edilmiştir. Bu­nun böyle olduğu yine Ebu Hüreyre'den başka bir tarik ile rivayet edi­len şu hadisi şeriften anlaşılıyor: Yâni: abdesti eksiksiz alınız, çünkü Ebülkasım aleyhisselâtü vesselam buyurdu ki: «Yazık cehennemde yanacak ökçelere» demek ki, bunların abdestte lâyıkile yıkanılmaması, bir ufak cüz'ünün kuru kal­ması, azabı müstelzimdir. İşte bu azaptan tahzir ve bunun hilâfına ter-gip için o cümle ilâve edilmiş bulunuyor.

421 -: Hadisi muztarip; biribirine metin veya fcened itibariyle mu­halif olmak üzere iki suretle, rivayet edilen hadistir. Ya metinde veya is­nadında takdim, te'hir veya ziyade ve noksan yapmakla veya râvîsinin yerine başka râvî, metninin yerine başka metn ikame etmekle vücude gelir.

Meselâ : Ebu Hüreyre, radiyallahü anhten rivayet edilen bir hadis denilmişken bunu bazı râvîler de: diye rivayet etmişlerdir. Bu suretle hadisin

metninde böyle bir takdim ve te'hir vücude gelmiştir. Buna «maklûbül-metn» denir.

Bir hadisin râvîsi meselâ: bir kere «Mürretübnü Kâb», bir kere de «Kâab ibni Mürre» diye gösterilse bununla da isrfadında bîr tebeddül vücude gelmiş olur ki buna da «maklübül isnad» denir.

İztirab, hadisin za'fmı icab eder. Fakat sikat tarafından vaki olur­sa za'fım mucib olmaz, sıhhatine, hüsnüne zarar vermez.

Hadisi muztaribe aid iki mütehalif rivayetten biri vücuhi tercihten birile tereccüh edince ıztırab zail olur, rivayeti racih olan mahfuz veya mâruf olur. Mercuh olan da şâz veya münker olur.

Râvîlerden birinin daha kuvvetli hıfza mâlik olması veya mervıy-yün anh olan zata ziyade müsahib bulunmuş olması, tercih sebeplerin­dendir. .

422 -: Hadisi mu-sahhaf; metninde veya senedinde sureti hattıy-

vesi bozulmamak üzere yalnız bir harfinin veya müteaddit harflerinin noktası tağyir edilmiş olan hadistir. akikden yüzük it­tihaz ediniz) hadisini: = çadırınızı akikle kurunuz) di­ye rivayet etmek ve «İbni Müracİm» adındaki bir râvîyi «ibni Müzahim» diye yazmak gibi.

423 - : Hadisi muharref: Metninde veya senedinde yazı şekil ve sureti bozulmamakla beraber bir harfinin veya müteaddit harflerinin harekesi tağyir ve bu sebeple başka bir kelimeye kalb edilmiş olan ha­distir.

Meselâ: Cabir ibni Abdullah, radiyallahü anhüma: yâni: Übeyyibni Kâab, Ahzab muharebesinde şereyanı azu-disinden vuruldu.) demiştir. Sonra Antere, bunu = babam Ahzab gününde..) diye rivayet etmiştir. Halbuki Hazreti Ca-bir'in babası Abdullah daha evvel Uhud gazasında çehid olmuştu.

424 -: Hadisi mübhem; râvîsinin zikredilen ismi ve künyesi veya lâkabı veya sıfatı veya sanati veya nesebi sikat arasında meçhul bulu­nan hadistir. Böyle bir hadis, makbul değildir, râvîsinin maruf ismi zik-redilmedikçe kabul olunmaz.

Meselâ: Mehmed ibnissâibilkelbî'yi bazı râvîler, ceddine nisbet ile, «Mehmed ibni Bişr», bazıları da «Hammadibnissaib» diye zikr etmiş ba­zıları da muhtelif künyelerinden birile zikrederek : «Ebunnasr» veya «Ebu Said» veya «Ebu Hişam» demiştir. Bu yüzden bir çok yanlışlıklar vücude gelmiş, bunu başka başka kimseler sananlar olmuştur.

Mâruf bir adı bırakıp meçhul bir adı zikr etmek, sahibinin mahiye­tini gizlemek maksadına müstenitolabilir ki, bu, ta'ne bir vesile teşkil eder.

Hattâ: bir muhaddis, râvînin ismini zikr etmeksizin: «Haddeseni recülün» veya «Haddeseni sahibün li» veya «Ahbereni şeyhun» veya «Enbeeni adlün» veya «Haddesena sikatün» dese hadisi kabul edilmez. Çünkü kendisince malûm veya mevsuk olan bir râvînin başkalarınca meçhul, mecruh olması melhuzdur.

Bir kavle göre böyle: «Haddesenissika -Bana sika haber verdi» «Enbeeni adlün -bana bir âdil zat haber verdi» tarzında rivayette bu­lunan, eimmei erbaa gibi müçtehitlerden bir zat olursa bu veçhile olan tadili, kendi mezhebine salik olanlarca makbul olur.

Bir de herhangi bir sahabıden :ismi zikr edilmeksizin rivayet edi­len hadisi mübhem, makbuldür. (Haddesni sahabiyyün = bana bir sa-habî haber verdi, tahdiste bulundu» diye rivayet edilmesi gibi; zira sa-habei kiramın hepsi de adaletle muttasıftır. Elverir ki, onlardan rivayet eden râvî, riyayet şartlarını haiz bulunsun.

425-: Hadisi mevzu; Resulü Ekrem (sallallaiıü.aleyhi veselîem) Efendimizin mübarek namına kasden uydurulmuş olan asılsız haberdir. Buna «hadisi muhtelâk» da denir. Resulûllaha söylemediği veya yapma­dığı bir şeyi söylemiş veya yapmış olmak üzere kasden isnat etmek bü­yük bir masiyettir. Hattâ böyle hadis uyduranın küfrüne kail olanlar bile vardır.

Birgivî merhumun beyanına göre bir şahıs bir hadis vaz etmiş oldu mu artık onun hiçbir rivayeti kabul edilemez. Rivayet etmiş ve edeceği diğer hadisler de mevzu sayılır.

Hadis vaz'ma saik bazı sebepler vardır. Başhcası şunlardır:

(1) : Dinsizliktir. Zenadikamn islâm âleminde yaymış oldukları bir­çok mevzu hadisler, bu dinsizliğin bir neticesidir.

(2) : Bazı kimselerin, nâsı ibadet ve taate tergip kasdinde bulun­muş olmalarıdır. Nitekim nâs Kuranıkerim'i daha ziyade okusunlar di­ye surelerin fezaili hakkında Meysere ibni Abdi Rabbih tarafından bir­çok hadisler vazedilmiştir.

(3) : Bazı mutaassıpların kendi mezheplerini teyid etmek endişesi­dir.

(4) : Bazı dalkavukların rüesaya takarrüp etmek arzusudur. Nite­kim Halife Mehdi'nin huzuruna giren Giyasübnü îbrahiminnahaî, Mehdinin güvercin ile oynadığını görünce: hadisini okumuş, buna «ev cenahın»sözühü de ilâve ederek bu veçhile kizbe cü­ret göstermiştir. Yâni: yarış muamelesi caiz değildir. Ok, deve, at, kuş müsabakaları müstesna.

Fakat Mehdi, mücerred kendisine bir cemile göstermek için bu vaz'a cüret ettiğini anlamış, hemen güvercinin boğazlanmasını emr eyle­miştir.

(5) : Bazı kimselerin müddealarını ispat ile mahcup bir vaziyette kalmamak kaygusudur. Nitekim bir gün ibni Adilaziztteymîden Mekkei Mükerreme'nin ne suretle feth edilmiş olduğu sorulmuş, unveten feth edilmiş olduğunu söylemiş, kendisinden hüccet istenilmekle:

diye bir hadis rivayet etmiş, sonra da hasmım def etmek için bunu uy­durduğunu itiraf eylemiştir. Yâni: Sahabei kiram, Mekkei Mükerreme' nin sulhen mi, yoksa kahren mi feth edilmiş olduğunda ihtilâf etmekle bunu Peygamberi Zîşan Hazretlerinden sormuşlar, O da bunun kahren feth edilmig olduğunu beyan buyurmuştur. (Şerhi Nuhbe).

«Mevzu bir hadisi, bile bile sahih bir hadis imiş gibi halka telkin etmek dînen memnudur. Maahaza her mevzu demlen hadisin hakikaten mevzu olduğuna kat'î surette hükmedilemez. Belki buna zanni galib ile hükm edilir.

Büyük muhaddisler, kendilerinde parlayan bir basiret nurile ve haiz oldukları pek kuvvetli bir temyiz melekesi delâletile mevzu olan hadisleri tayine muvaffak olmuşlardır. Bir takım hadis vazüarı da ken­dilerinin bu cürümlerini itirafa mecbur olmuştur.

İslâm ulemasının bu babdaki mesaileri her türlü tasavvurların fev-kindedir. Hadislerin her kısmına dair yüzlerce kitaplar yazılmış, bütün hadisler cem edilerek her birinin kuvvet ve zaaf itibarile derecesine işa­ret olunmuş makbul olan ahadisi şerife ile makbul olmayan haberlerin araları tefrik ve temyiz edilmiştir.

îmana Süyutî, İmam Sehavî, îbnül Cevzî, Aliyyülkarî gibi yüksek âlimler, mevzu hadislere dair kitaplar yazmış, bunları göstermişlerdir. [12]