Hakikat İle Mecazın Mahiyetleri Ve Hükümleri :

Hakikat İle Mecazın Mahiyetleri Ve Hükümleri :


312 -: Hakikat, vaz ve tahsis edildiği mânâda istimal edilen lâfız­dır. Meselâ: «Salât» lâfzı, lügatte dua manasınadır. Binaenaleyh bu lâ­fız, dua mânâsında istimal edilince lügat bakımından hakikat olur.

Menkul ve mürtecel ve müşterek kelimelerde tahsis edildikleri mâ­nâlarda birer hakikattir.

Meselâ: salât lâfzı, şeriat lisanında bildiğimiz ibadet, ef'ali mahsu­sa mânâsına nakledilmiştir. Binaenaleyh salât lâfzının ef'ali mahsusa mânâsında istimali şeriat bakımından hakikattir. Halbuki bu lâfzın dua mânâsında istimali şeriat bakımından mecaz olduğu gibi ef'ali mahsusa mânâsında istimali de lügat itibarile mecazdır.

313 -: Hakikatin hükmü, vaz olunduğu mânânın sübutüdür, nefy edilmemesidir. Ve karineden müstağni olduğu cihetle mecaza müreccah olmasıdır.

Meselâ: bir kimse bir şahsa hitaben «Bu hanemi sana sattım» dese. bununla bey mânâsı sabit olur. Bir karine bulunmadıkça ben bu sattım lâfzile icare mânâsını kasdettim diyemez.

Kezalik: bir kimse bir şahsın babası olunca: «Bu, bunun babasıdır» denir. Bu, bunun babası değildir, denilemez. Fakat bir kimsenin dedesi hakkında: bu, bunun babasıdır, denilebileceği gibi babası değildir de de-

314 - : Mecaza gelince, bu da: bir alâka, bir münasebet dolayısiyle vaz olunduğu mânânın gayrisinde müstamel olan lâfızdır ki, hakikî ma­pasını kasdetmeğe bir karinei mania bulunur. Bir şahsa arslan denilme­si gibi- Bununla onun şeci bir kimse olduğu kasdedilir.

315 - : Mecazda müstamel olan mânâ ile esasen mevzu olduğu mâ­nâ arasındaki münasebet ve alâkaya usuliyyun, «ittisal» adını verirler. ^jftkaların nevileri çoktur. Belagat ilminde yazılmıştır. Usuicüîerce mu­teber olan başlıca alâkalar şunlardır. Müşabehet, kevni sabık, kevni lâ-hik veya evi, istidat, hulul, cüziyet, sebebiyet, şartiyet, meşrutiyet. Me­selâ: yüzü nurlu bir zata «ay, güneş veya mehlika» denilmesi bir müşa­behet alâkasıdır. «Yetimlere mallarını veriniz» emrinde reşid olanlara «yetim» denilmesi, kevni sabık itibarile mecazdır. Evvelce yetim iken el-yevm reşid olanlara mallarını veriniz, meâlindedir. «Üzümü sıktım» ye­rinde «şarabı sıktım» denilmesi de kevni Iâhik itibarile bir mecazdır. Çünkü sıkılan üzüm, ileride şarap hâline gelecektir.

Rükûa salât veya salata rükû denilmesi de cüz'iyet ve külliyet alâ-kasiledir.âyeti kerimesinde namaza iman denil­mesi de namazın sıhhati için imanın şart olmasına mebnidir.

316 -: Alâkası müşabehetten ibaret olan bir mecaza istiare denir. Şecaatli şahsa arslan denilmesi gibi. Alâkası müşabehetten başka olan bir mecaza da mecazı mürsel adı verilir. Usuliyyun, istiareye ittisali ma­nevî, mecazı mürsele de ittisali sûrî adını vermiştirler.

Meselâ: havale lâfzı vekâlet mânâsında kullanılırsa bu, bir istiare olur. Bunların arasında bir manevî ittisal bulunmuş olur. Çünkü hava­lenin mânâsı, bir borcu bir zimmetten diğer bir zimmete nakildir. Ve­kâletin mânâsı da bir şahsm hâiz olduğu velayeti tasarrufu başkasına nakletmektir. Bu iki mânâ arasında ise bir müşabehet, manevî bir itti­sal vardır.

Hibenin sadaka, sadakanın hibe mânâsında istimali de bu kabilden­dir.

317 -: Mecazı lûgavî mevcut olduğu gibi mecazı şer'î de mevcutr tur. Yâni: muteber bir alâka bulununca mecaz, lügatte câri olduğu gibi Şer'iyatta da cari olur. Nitekim hibe veya bey'in nikâh mânâsında isti­cali bu kabildendir. Çünkü hibe veya beyi. mülki rakabeye mevzudur. Nikâh da mülki mutaya mevzudur. Mülki rekabe ise mülki mutaya se­beptir. Binaenaleyh sebebe mevzu olan lâfız söylenmiş, bununla müseb-bep kasd olunmuş olur. Nitekim bazan da müsebbep zikr olunup onunla sebep kasd olunur. Bu hususta lüzuma, asliyet ve feriyete bakılır, iki şey öen her biri min vechin asıl, min vechin fer' olursa bunlardan birini zikr, diğernii kasd caiz olur. Asliyet yalnız bir tarafta bulunursa bunu zikr, fer'i kasd caiz olur, fakat fer'i zikr, aslı kasd caiz olmaz,

Meselâ: ıtk. lâfzile talâk vaki olur. Zira ıtk, sebebi mahzdır, asıldır. Talâk ise böyle bir sebep değildir, asıl sayılamaz. Binaenaleyh talâk lâf­zile ıtk vaki olamaz.

Kezalik: bey* lâfzile hurri icare caizdir. Fakat aksi caiz değildir.

«(Şafiîlere göre talâk lâfzile bir istiare olarak ıtk vâki olur. Ha-nefîler ise bu istiarenin sıhhatine kail değildirler.)

Şunu da ilâve edelim ki, mecazen mânâsı, melzumdan lâzıma inti­kâlden ibarettir. Bu lüzumdan maksat da iki şey arasında bir münase­bet bulunmasıdır, yoksa ademi infikâk mânâsına bir lüzum değildir. Me­selâ: biz arslanı zikreder, bunun lâzımı olan şecaat vasfını kasdedersek, bu, bir mecaz olmuş olur.

318 -: Mecaz, hakikatin halefidir. Asıl olan hakikattir. Hakikati irade esasen mümkün iken bir arızadan dolayı mümteni olmalıdır ki, mecaza gidilebilsin, ve illâ gidilemez.

Mecazın hakikate halef olması, imamı Azama göre tekellüm itiba-riledir, imameyne göre ise hüküm cihetiledir. Yâni: îmamı Âzam'a gö­re hakikati irade kaidei lisaniye itibarile sahih, mümkün iken lianzm muhal olmalıdır. îmameyne göre ise hakikati irade hükmen, nefsülemr itibarile sahih, mümkün olmalıdır, mücerret lâfız itibarile mümkün ol­ması kâfi değildir. Bu esas üzerine, şu gibi meseleler, teferrü eder.

Bîr kimse, kendisinden yaşlı bulunan kölesi hakkında: «Bu benim oğlumdur» dese köle, îmamı Âzam'a göre azat olur. Çünkü bu benim oğlumdur sözü lisan kaidesi bakımından sahihtir. Fakat yaşlı bir kimse, genç bir kimsenin oğlu olamayacağından bu sözün hakikî mânâsını ira-, de muhaldir. Binaenaleyh bununla kölenin hür olması sebebiyet alâka-sile mecazen irade edilmiş olur. Çünkü oğlu olmak, hürriyete sebeptir. Hâsılı: imamı Âzam'a göre hakikat ile mecaz, lâfzın vasfıdır. O hâlde asalet ile halefiyet de lâfız itibariledir.

îmameyne göre ise bu söz ile köle azat olamaz. Çünkü bu sözün as­lında imkân yoktur, yaşlı bir kimse, genç bir kimsenin oğlu olamaz ki, hükm sahih olsun. Binaenaleyh bunda halefiyet de cari olamaz ki, bu­nunla kölenin azat edilmesi mecazen kasd edilmiş olsun; bu söz, kölenin hürriyetini ifade edebilsin.

Bu hususta muhtar olan İmamı Âzam'ın kavlidir. Müşarünileyh di­yor ki: tasarrufı lâfzı, hükmün sıhhatine tevafuk etmez. Nitekim istis­nada da böyledir. Meselâ: bir kimse zevcesine sen bin kere boşsun, dokuz yüz doksan dokuzu müstesna»dese bir ta­lâk vaki olur. Halbuki haddi zatında bin talâk mevcut değildir. Böyle iken yine bu istisna sahih olmuştur.

319 -: Hakikat, müteazzir yâni: aklen gayri mümkün veya şer'an veya âdeten mehcur olursa mecaza gidilir ve illâ gidilemez.

Meselâ: bir kimse, bir meyva ağacından yemeyeceğine yemin etse, bununla o ağacın meyvasmdan yememeğe yemin etmiş olur. Zira bu ağa­cın kendisini yemek aklen müteazzirdir. Binaenaleyh mahalli zikr, hâli irade kabilinden bir mecaz olmuş olur. Hattâ o ağacın kendisinden bitte-kellüf yese yemininden hanis olmaz. Çünkü o yeminden böyle bir mânâ maksut değildir. Şayet böyle bir yemin, meyvasız bir ağaç hakkında ya­pılmış olsa onun semenine masruf olur.

Kezalik: «filân zatı husumete tevkil ettim» sözü, muhakemede bu­lunmaya, cevap vermeğe tevkil mânâsına bir mecazdır. Çünkü husume­tin hakikî mânâsı şer'an mehcurdur. Muhasame hususu -münazeada bulunmayınız) fermam ilâhîsile memnu bulunmaktadır.

Kezalik: «Filânın evine ayak basmam» diye yemin edilse bununla onun evine mutlak girmekten imtina mânâsı kasdedilmiş olur. Çünkü bunun hakikî mânâsı, yâni: haneye mücerret ayak basma hâlini kasd etmek âdeten mehcurdur, gayri maksuttur. Binaenaleyh böyle bir ye­minden sonra o haneye mücerret dışarıdan ayak basmakla yemin bozul­muş olmaz. Belki içerisine girmek lâzımdır ki, yemin bozulmuş, yemin eden de hanis olmuş olsun.

320 -: Hakikat ile mecazın her ikisi de müstamel olsa hakikat ter­cih olunur. Hakikat, mehcur olmamakla beraber mecaz, mütearef bulun­sa îmamı Âzam'a göre yine hakikat muteber olur. îmameyne göre îse, mecaz, evlâ olur. Bu ihtilâf üzerine şu gibi meseleler teferrü eder.

Bir kimse, «et yemem» diye yemin etse de sonra yeyilmesi haram olan.bir eti yese îmamı Âzam'a göre yemininde hanis olur. îmameyne göre ise hanis olmaz. Çünkü teamüle nazaran bu yemin ile yiyilecek bir et maksuttur. Bu, bir mecazdır, bununla mutlak zikr edilip mukayyed kasd edilmiştir.

321 - : Hüküm, mümteni olan yerlerde hakikat ile mecazın ikisi birden müteazzir olur. O hâlde söz mühmel kalır. Meselâ: bir kimse, ne­sebi maruf ve kendisinden yaşiı bulunan zevcesi .hakkında: «Bu benim kızimdır» dese bununla ne hakikat kasd edilebilir, ne de mecaz. Çünkü «adının nesebi maruf veya kendisi yaşlı bulunması, bu sözün hakikî mâ­nâsını kasde mânidir. Bu kadının kocasına şer'an halâl olması da bunun Mecazî mânâsını kasde münafîdir.

Kadın, meçhulünnesep ve sinnen genç olduğu takdirde de kocasi-°in böyle bir ikrarı, kendisinin tasdikine iktiran etmedikçe yine hüküm­süzdür, muteber değildir.

322 -: Bir lâfızda mânâyi hakikî ile mânâyi mecazî içtima edemez. yâni: bir kimsenin söylediği bir söz ile hem hakiki hem de mecazî mânâ­sını kasdetmesi caiz gÖrüleme-3.

Meselâ: bir kimse: «Ben bugün bir arslan gördüm» dese bununla hem mâruf hayvanı, hem de şecaatli bir insanı kasdetmiş olmasına hük-medilemez. Nitekim âyeti kelimesindeki lemsden mu­rat, mecazen mücameattir. Mânâyi hakikisi de el ile tutmaktır. Binaen­aleyh bu lems ile hem mücameat hem de el üe tutmak mânâları içtima

edemez.

323 -: Umumî mecaz, yukarıdaki esastan müstesnadır. Şöyle ki: bazan mânâyi mecazî, âm olup mânâyi hakikiyi de ihtiva eder. Buna «umumî mecaz» denir. Bu hâlde'mânâyi mecazî ile mânâyi hakikî içti­ma etmiş sayılmaz. Belki mânâyi hakikî, mânâyi mecazîden cüzü bulun­muş olur.

Meselâ: bir kimse, «filânın evine ayağımı basmam» diye yemin etse bunun mânâyı hakikisi: o eve çıplak ayak ile ayak basmamaktır. Mâ­nâyi mecazisi ise o eve her ne suretle olursa olsun girmemektir. Bina­enaleyh oraya çıplak ayağile girse veya ayakkabı ile girse yahut rakip olarak girse yemininde hanis olur ve bu takdirde-hakikat ile mecaz ara­sı cem edilmiş sayılmaz.

«Filânın evine girmem» sözündeki ev ile de mutlaka ikametgâh kas-dedilir. Mülk ile kiralanmış hane olması arasında fark yoktur. Bazan «gün» lâf zile de mutlak vakit kasdedilir. Bütün bunlar, umumî mecaz kabilindendir.

324 -: Mecazın sıhhatinin şartı, mânâyi hakikinin maksut olmadı­ğını gösterir bir karinei manianın bulunmasıdır. Bu karine, ya hissen olur. Meselâ: «Şu hurma ağacından yemem» denilse bu ağaçtan yeme­nin maksut olmadığına ağacın yeyilmez bir şey olması, hissen bir kari­ne bulunur. Veya aklen olur. Meselâ: emrinde mânâ­yi hakikî murat değildir. Belki bu, mutlaka ikdardan, yani, «şeytanı ves­vese likasına muktedir kılmaktan mecazdır. Çünkü hakîm olan Allahü-tealâ bunun zahirini, yâni: şeytanın sesiie insanları yerinden oynatıp tahrik ve tahvif etmesini murat buyurmaz, tşte bu, aklen bir karinedir. Veya âdeten olur. Meselâ: bir kimse, hanesinden çıkmaya hazırlanmış olan zevcesine: «Eğer evden çıkar isen boş ol» dese bununla filhal çık­ması kasdedilmiş olur. Çünkü bu sözle örfen filhal çıkmaktan men kas­dedilir.

Tevkil bilhusume ile reddi cevap kasdedildiğine karine de şer'îdir.

Zira şer'an husumet, menhîdir.

325 -: Mecaza daî ve saik olan şeyler ise muhteliftir: Tazim, tah­kir, tergip, tenfir, ziyade beyan, bediî muhassenata riayet, lâfzın uzubetini temin gibi şeyler, bu cümledendir. Hanfekık yerinde dahiye lâfzını kullanmak, uzubeti lâfz maksadına mebnidir. Cinsî mukarenetin «lems» ile beyan buyurulması da muhaveratta edebe, nezaheti beyana riayet lü­zumunu telkin hikmetine mebnidir. [26]