Âm Lafızların Mahiyeti, Nevileri Ve Hükümleri :

Âm Lafızların Mahiyeti, Nevileri Ve Hükümleri :


279 - : Âm, bir lâfızdır ki, gayrı mahsur müsemmeyatın hepsine birden şâmil oîur, hepsini birden ihata eder. Binaenaleyh Zeyd, Ânır gibi âlemler, ebeveyn, imameyn gibi tesniye sigaları, müsemmalan mahsur ol­duğundan âm değildirler.

280 - : Elfazzı âmme, iki nevidir. Birisi: sigası da, mânâsı da âm olan lâfızlardır. Bu nev'e «mecmuullâfzı velmânâ» denir. Errical, ennisa gibi muarref cemi kelimeleri bu kabildendir.

Kezalik:hadisi şerifindeki «eleimme» ve hadisi şerifindeki «elenbiya» lâfızları birer lâfzı ânıdır.

Böyle errical elenbiya, essemavât gibi muarref cemiler, birer lâfzı âmdir. Çünkü bunların ne kadar recül, nebî, sema olduğu bu sığalara nazaran mahdut, mahsur değildir. Velevki bunların mahdut oldukları haricî bir delil ile sabit bulunsun.

İkinci nev'i, yalnız mânâları âm olan lâfızlardır. Bu nev'e «müfredül-âfz, müstağrakülmanâ» denilir. Kavm, reht. Men, mâ, mehma, keyf, ey-yühum gibi tâbirler bu cümledendir. (Hurufu maanî bahsine müracaat!) «Elbeyi», «elmal» gibi lâm ile muarref olan kelimeler de elfazı umum­dandır.

Muzaf olan ismi cinsler de âmdir. âyeti kerimesindeki «emr» lâfzı gibi ki «külli emrihî» demektir,

Nefi ve nehiy siyakında bulunan nekireler de âmdır. âyeti celîlesindeki «şey» gibi.

281 - : Âmmın hükmü, efradı hakkında kat'iyyüssübut olmasıdır. Yâni: âm bir lâfzın hükmü, delâlet ettiği fertlerin hepsi hakkında birden sabit olur. Diğer bir tâbir ile âm, bunların hepsine birden şâmil bulunur.

Meselâ: bir kimse, kölesine «her ne zaman filân işi yapar isen azad ol» dese köle o işi herhangi bir zaman yapsa azad olur. Çünkü «her ne zaman» tâbiri âmdır.

Kezalik: nazmı gerifindeki «elmal», «elbenun» tâbirleri birer lâfzı âmdır. Bununla her malın ve her ibnin dünya haya­tının ziyneti olduğu beyan buyurulmuştur.

282 -: Elfazı âmme bazan tahsis olunur. Şöyle ki: kitab kitab ile, sünnet sünnet ile tahsis olunduğu gibi kitab ile sünnet, sünnet ile de ki­tabı tahsis olunabilir. âyeti celîlesi kitab ile sün­netin tahsis olunacağına bir delildir. Çünkü sünnet de şeyler cümlesin­den olduğu cihetle kitab onu da mübeyyin bulunur. Sünnet ile kitabın tahsis edilebileceğine delil de; Resulü Ekrem'in bütün dinî beyanatının vahy ve ühama müstenit bulunmuş olmasıdır. Elverir ki, o sünnet, tevatür veya şöhret tarikile sabit olsun ve nüzul ile vürud zamanları mu-karin bulunsun.

Meselâ: âyeti kelimesindeki umum, rub'u dinarın dûnundaki bir malı sirkatten dolayı kat'ı yed lâzımgelmeyeceği-ne dair olan bir hadisi şerif ile tahsis edilmiştir.

282 -: Âm, iptidaî emirde bir delîîi kat'î ile tahsis edilebilirse de, delili zannî ile tahsis edilemez. Yâni: bir âmmın hükmünden tenavül et­tiği fertlerden bazıları bir delili kat'î ile ihraç edilebilirse de haberi vâ-hid gibi, kıyas gibi bir delili zannî ile bidayeten ihraç edilemez. Çünkü âm kuvvetlidir, kat'iyüssübuttur, zaif olan bir delil ile takyidi muvafık de­ğildir. Meselâ: muharip olan müşriklerin kâf fesini öldürmek hakkında bir emri ilâhî vardır. Bu emir umumîdir. Fakat bu umumiyet, müste'minîe-rin öldürülmemesi hakkındaki diğer bir emri kat'î ile tahsis edilmiştir.

Artık böyle muhasses bir âm, bilâhare bir delili zannî ile de tahsis edilebilir. Nitekim muharib olan müşrikleri öldürmek emri, müste'min-ler hakkındaki bir emri kat'î ile tahsis edildiğinden bu katil emri, bun­ların ihtiyarlarım, koca kadınlarını, gocuklarını öldürmemek hakkındaki haberi ahad kabilinden olan bir hadisi şerif ile de tahsis edilmiştir. Çün­kü âm, bidayeten bir kat'î delîl ile tahsis edilmiş olunca şümul kuvvetini kaybetmiş olacağından bilâhare zannî bir delîl ile de tahsise mahal bu­lunmuş olur.

283 -: Şafiîyeye göre âm, istiğrak ve şümul ifade ederse de bu ifadesi, kat'î olmayıp zannîdir. Binaenaleyh âmmın hükmünü bir zannî delîl ile bidayeten tahsis de caizdir.

Hanefiyeye göre tahsis, bir tağyirdir, kavi olan âmmın hükmünü za­if olan bir delîl tağyir edemez. Şafiîiere göre ise, tahsis, tağyir değil, bir tefsirdir.

Şunu da ilâve edelim ki, âm olan lâfızlar, yalmz üçe kadar tahsis edilebilir, ondan fazla edilemez. Çünkü cem'in akalli üçtür. Ancak müf-reti marife mesabesinde olan «ennisa» gibi menfî ma'rifelerin münteha-yi tahsisi birdir. Binaenaleyh: ben kadınlarla evlenme­yeceğim» cümlesinde böyle bir tahsis carî olabilir.

284 -: Âm kat'iyyet ifade ettiği gibi has da kat'iyyet ifade eder. Bir hâdise hakkında biri âm, diğeri hâs olmak üzere zahiren birbirine muarız görülen iki delîü kat'î bulunursa bakılır: Eğer bu iki delilin, ara­larım tevcih kabil olsa tevcih edilir, her birile âmel edilmiş olur. Tevcih mümkün değilse bir mahlas aranır. Şöyle ki:

(1) : İki delilden biri nüzul veya —hadisi şerif olduğuna nazaran-vürud itibarile diğerine mukarin olursa, yâni: ikisi de bir, zamanda nüzul veya vürud etmiş ise hâs, âmmı muhassıs olur. âyeti kerimesinde olduğu gibi ki bunda bey'in halâl olduğu umumî oir halde beyan buyurulmuş iken riba suretile olan bey'in hürmeti de be­yan buyurulmuş, bu veçhile bey'in hillindeki umumiyet, bir lâfzı hâs olan riba ile tahsis edilmiştir.

(2) : Hâs olan delîl, âm olan delilden muahhar olursa hâs, şâmil ol­duğu miktar nisbetinde âmnun hükmünü nesheder. Meselâ: âm olan bir âyeti kerimeye nazaran kocası vefat eden bir kadının —gebe olsun olma­sın-dört ay on gün iddet beklemesi lâzımdır. Bundan evvel başka bir kocaya varamaz. Bu âyeti celîleden sonra nazil olan diğer bir âyeti ke­rimeye nazaran da gebe olan bir kadının iddeti hamlini vaz etmekle ni­hayet bulur, velev ki kocasının vefatından itibaren bir kaç ay geçmiş ol-

masın.

İşte hâs olan ve tarihi nüzulü muahhar bulunan bu ikinci âyet, min vechin âm olan evvelki âyetin hükmünü gebe olan kadınlar hakkında nesh etmiştir.

(imamı Şafiîye göre âm, zannî olduğundan kat'î olan hâs ile her hâlde tahsis olunur. Gerek tarihleri malûm olsun ve gerek olmasın.)

(3) : Âm olan delîl, hâs olan delilden muahhar olursa hassın hük­münü nesh etmiş, ortadan kaldırmış olur. Meselâ: bir aralık Medinei Münevvere'ye gelip hasta bulunan bir kabile efradı hakkında tedavi için Medinei Tahire haricinde bulunan sadaka develerinin sütlerinden ve si­diklerinden istifade etmeleri emrolunmuştu. Bilâhare; hadisi şerifile sidiğinden kaçınılması emrolundu. İşte bu ikinci emir, âm ve muahhar olduğundan hâs ve mukaddem bulunan birinci emri nesh etmiştir. Binaenaleyh tedavi için de olsa bevlin içilmesi mubah olamaz,

(4) : Âm ile hâssın nüzul veya vürud tarihleri meçhul bulunursa mukarenete hamlolunur. Bu hâlde her ikisile de amel kabil ise amel olu­nur. Kabil değilse tercih bilâ müreccih lâzım gelmemek için esbabı ter­cih aranır. Hangisi müreccah görülürse onunla amel olunur. Meselâ: bunlardan biri bir şeyin Miline, diğeri de hürmetine delâlet etse hürme­te delâlet eden tercih olunur. .Şarii hâkimin muharremate olan itinası mübahata olan itinasından ziyadedir. İhtiyatta bunu muktezîdir.

(5) : Âm olan bir delîl; kitab ile, sünnet ile tahsis edileceği gibi ba-zan akl ile, veya örf ve âdet ile de tahsis edilir. Meselâ: nazmı celîlindeki umumdan zatuüah aklen kat'î surette müstesnadır.

Çünkü AUahütealâ mahlûk olamaz ve bir zat kendisini yaratamaz. O zatın kendisinden mukaddem olması lâzımgelir ki, bu aklen muhaldir, Binaenaleyh bu âyeti kerimedeki «külli şey'in» tâbiri zatı bâriye şâmil değildir.

Keza: bir kimse, «ben baş yemem» diye yemin etse serçe gibi bir kuşun başım yemekle hanis olmaz. Çünkü böyle âm olarak söylenilen bir baştan Örf ve âdete göre yiyilmesi mut ad olan koyun başı gibi baş­lar kasdedilir. Bunun kuş başına şümulü yoktur.

Âm, bazan da efradının bir vasıf itibarile noksan veya ziyade ol­ması sebebile tahsis olunur. Meselâ: bir kimse, «benim her memlûküm azad olsun» dese bu sözü mükâtebine şâmil olmaz. Çünkü mükâtebde-memlûkiyet vasfı noksandır, o rakabeten memlûk ise de yeden memlûk değildir, kazancı kendisine aittir.

Kezalik: bir kimse, fâkihe -meyva yememeğe 3'emin etse üzüm yemekle hânis olmaz. Zira üzümde fâkihe olmak vasfından başka gıda olmak vasfı da vardır.

285 -: Âmlar, bir bakımdan da üç kısma ayrılır: Birincisi: umu­mî üzere kalıp kendisinde tahsis carî olmayan anılardır. âyetlerinde olduğu gibi.

ikincisi: kendilerinden husus murad olunan anılardır. Meselâ: nazmı çelîlindeki nâsdan murad mükellef olan insanlar­dır.

Üçüncüsü: Tahsis olunmuş bulunan anılardır. nazmı celîlinde olduğu gibi ki, bundan ıztırar haleti tahsis edilmiştir. O hâlde meyteden hayatı kurtaracak kadar yiyilmesi haram değildir.

286 -: Tahsis edilen bir âm mütebaki efradı hakkında yine haki­kat olarak kalır.

287 - : Resulüekrem Efendimizden sahabei kiramın hikâye etmiş oldukları bir fiil, umuma delâlet etmez. Meselâ: Peygamberimiz Aîeyhisselâm Kabe'de namaz kıldı) denilmiş olsa bu namaz, farz ve nafile namazlara şâmil olmaz. Çünkü ispat siyakında bulunan bir nekire, taammüm etmez. Fakat zahiren umuma .delâlet eden bir lâfız ile hikâye edilen bir fiil, umum ifade eder. Resulüekrem gareri satmaktan nehy buyurdu) gibi ki, her beyi garere, yâni: denizdeki balığı, havadaki kuşu satmak gibi şeylere şâmildir, bunların satılmalarının menhiyyün anh olduğunu müfittir.

288 -: Bir âm lâfza mukarin olan istisna, şart, sıfat gibi şeyler, o âmmı tahsis etmiş sayılmaz. "Meselâ: «cuma gününden başka her gün meşgulüm» denilse her gün tâbiri; yine gayri muhassas bir âm sayılır. Cumanın maadasına olduğu gibi şâmil olur.